HABERLER

'İnançla, yürekle, cesaretle yürüyoruz'

Futbol Komitesi Başkanımız Tamer Kıran, Siyah-Beyaz dünyasını Beşiktaş Dergisi’ne açtı.

İnönü’nün tribünlerinden yetişerek Beşiktaşımız’a yönetici olan, içimizden biri Tamer Kıran... Taraftarlık duygusunu her daim koruyan, “önce taraftarım”diyen Futbol Komitesi Başkanımız Tamer Kıran’la yaptığımız röportajda, hem kendisini daha yakından tanıyacak hem de Beşiktaş’ın gündemiyle ilgili merak ettiğiniz birçok soruya yanıt bulacaksınız.
 
Öncelikle taraftarlarımızın sizi daha yakından tanıması için kendinizden biraz bahsedebilir misiniz?
1969 yılında İstanbul’da doğdum. Evimiz Barbaros Bulvarı’ndaydı. İtalyan Ortaokulu, Behçet Kemal Lisesi ve İngiltere’de Deniz İşletmeciliği eğitiminin ardından, 1990’da Türkiye’de iş hayatına başladım. Evliyim, 10, 8 ve 4 yaşında üç oğlum var. Üçü de Beşiktaşlı...
 
Beşiktaş aşkı sizin hayatınıza nasıl girdi?
Mahallemizin büyük çoğunluğu Beşiktaşlıydı. Dört ağabeyim dayım nedeniyle Fenerbahçeli, bir tek ben Beşiktaşlı oldum. Hatırlıyorum anneme “Babam hangi takımı tutuyor?” diye sordum, o da “Beşiktaş” dedi. BJK sevgisini babamdan aldım.
 
Beşiktaş ile ilgili hafızanızda yer eden olaylar neler?
Hiç şampiyonluk yaşamamıştım. Bunun için 1981-82 sezonuna kadar bekledim. 13 yaşımdaydım, bayrağımı alıp tek başıma Köyiçi’ne gittim ve kutlamalara katıldım. Bunu hiç unutamam.
 
İlk gittiğiniz maç hangisiydi? Küçükken hangi tribünde maç izlerdiniz?
İnönü Stadı’nda Beşiktaş-Galatasaray arasında oynanan TSYD Kupası maçıydı. Her iki takım taraftarı da birlikte oturuyordu. O zamanlar Yeni Açık’ta maçı izlerdim, sonra Kapalı’ya terfi ettim, ardından da Numaralı Tribün’e geçtim. Hatta ilk kombine kart satışı yapıldığı yıldı. 1991 ya da 1992 yılıydı. Ondan sonra da Numaralı’da devam ettim.
 
Çoğu Beşiktaşlı için tribünler bir okul gibidir. Sizin için de öyle oldu mu? Anılarınızı bizimle paylaşabilir misiniz?
Çok doğru, Yeni Açık’ta çıraklık dönemimi yaşadım, tezahüratları ilk orada öğrendim. Kapalı’ya geçince daha ateşli bir taraftar haline geldim. Kendimizi daha çok kaptırırdık. 1989-90 sezonunda Fenerbahçe’yi 3-1 yenerek şampiyonluğumuzu ilan ettiğimiz maçı hiç unutamam. O sabah saat 6.00’da tribüne girdim, maç da akşam oynanıyordu. 13 saatten fazla tribündeydik. Şimdi görevimiz ve temsiliyet gereği  Şeref Tribünü’ndeyiz. Ama sonuçta ben önce Beşiktaş taraftarıyım. Görevler gelip geçici, önemli ve kalıcı olan Beşiktaş ve sevgisidir... Kimse Beşiktaş’tan büyük değildir.
 
Beşiktaş’ın hangi özelliği ya da özellikleri, sizin Beşiktaş taraftarı ve yöneticisi olmaktan daha fazla gurur duymanızı sağlıyor?
Beşiktaşlı olmaktan gurur duyduğum en önemli özellik; geçmişten beri diğer iki rakibimize göre daha az imkanımız olmasına rağmen, onlarla mücadele içinde olmamız, çoğu zaman onları geçmemiz, geçildiğimiz zaman da kimi haksız uygulamalara maruz kalıp şerefli ikincilikleri yaşamamızdır.
 
Beşiktaş’a yönetici olma süreciniz nasıl gelişti?
2004 yılında olağanüstü seçimli genel kurulda Sayın Fikret Orman’ın listesinde yer almıştım, çok az bir farkla seçimi kaybetmiştik. Geçtiğimiz yıl, Sayın Demirören’in federasyona başkan olmasıyla Beşiktaş, çok hızlı bir şekilde seçim sürecine girdi. O süreçte başkanım beni telefonla aradı ve seçime girme kararı aldığını söyledi. Ben de kendisine “Hayırlı olsun” dedim. Aslında o bana kararını söyleyerek “Var mısın?” mesajını verdi, ben de hayırlı olsun dileğimle “Varım” mesajını ilettim.
 
Yönetici olmak manevi açıdan size kendinizi nasıl hissettirdi?
Bir kere ben “önce taraftarım”. Taraftarlık gönül vermektir. Almak değil, karşılıksız vermektir. Hiçbir zerresinde profesyonellik yoktur. Taraftar, her koşulda o renklere aşıktır. Onunla hayatına anlam katar, işleri güçleri hayatla ilgili sorumlulukları dışında, başka bir penceredir taraftarlıkları. Ben de Beşiktaş’la hayatıma anlam katan bir taraftarım. Gönül verdiğim takımın ihtiyacı olduğu bir dönemde, zamanınızdan, ailenizden, işinizden de olsa vermenin, ‘feda’ zamanı” geldiğini düşündüm. Bize de yöneticilik düştü. Payıma düşen bu sorumluluktan dolayı da çok mutluyum.
Biz sadece gönüllüleriz. Gönüllü olmakla profesyonel olmak arasında en temel fark, bireysel kazanç beklememektir.  Bizler, kulübümüzün maddi manevi kazanmasını amaç edindik, bu yüzden önce taraftarım ve gönüllüyüm diyorum.
 
Peki neden futbol komitesi? Çoğu insan, özellikle kulüp maddi açıdan bu kadar zor dönemdeyken en çok göz önünde olan branşı tercih etmek istemeyebilirdi...
Elbette her branş aynı değerdedir ama dediğiniz gibi futbol hep daha göz önündedir. Bugüne kadar görev aldığım sivil toplum kuruluşlarında, derneklerde, cemiyetlerde hiçbir zaman düşük profil görev yapmadım, yapım bu. Bir işi yapacağım zaman, o işi hakkıyla ve en sonuna kadar yapma kararlılığında olan bir insanım. Elimi taşın altına koymayacağım bir işe talip olmam. Göreve kendi isteğimle talip oldum, sağ olsun başkanımız ve yönetim kurulu üyesi arkadaşlarımız da teveccüh gösterdi.
               
Her ne kadar taraftarlarımız yakından takip etse de, elbette hiçbir şey göründüğü gibi değildir. Göreve geldiğinizde, siz nasıl bir tabloyla karşılaştınız? Nasıl bir yol haritası ve prensipler belirlediniz?
Göreve geleli beş ay oldu. Hiç birimiz işimizle, ailemizle yeterince ilgilenemiyoruz, izin dahi yapmıyoruz.  İlk geldiğimizde öncelikle durum tespiti yapmamız gerekiyordu. İçinde bulunulan şartlar zorluydu. Bu zorlu durumdan, Türkiye’yi, Beşiktaş’ı, kulübü, taraftarı bilen, taraftarın sevdiği ve en önemlisi bu göreve çok istekli olan hocamız Samet Aybaba ve ekibiyle çıkacağımıza ikna olduk.
Bununla birlikte bir felsefe ortaya koymamız gerekiyordu; son dönemlerine baktığımızda Beşiktaş’ın kendi özelliklerinden farklı bir politika izlediğini gördük. Son yıllarda gösterişli, yıldız oyuncu transferlerinden başarı beklenmişti. Buna saygı duyarım ancak bu tercihin Beşiktaş’ta yürümediğini alınan neticelerle gördük. Beşiktaş’ın tarihine baktığımızda, diğer iki rakibine oranla farklı bir strateji izleyerek başarılı olduğunu görüyoruz.
 
Bu stratejiyi ve uyguladığınız planı biraz daha açabilir misiniz?
Kulübümüzü palyatif değil, köklü çözümlerle ileriye taşıyabileceğimizi gördük. Stratejimizi birincil olarak, takımın ihtiyaçlarını dikkate alarak uygun maliyetli oyuncularla ilerleme üzerine kurduk, gelir-gider dengesi kurma hedefiyle adımlar attık. Ve her adımda Beşiktaş’ın kök salmış kültür ve değerler sistemini korumayı gözeterek yol aldık. Yani istisnasız hiçbir oyuncuya salt ekonomik perspektiften bakmadık. Bunda çokça eleştirildiğimiz zamanlar da oldu ama kim olursa olsun, Beşiktaş için, bir futbolcunun “iyi oyuncu” olmasından önce,  kulübümüzün değerleri, hareket biçimi, tavır ve duruşu ile uyumlu olmasına öncelik verdik. Beşiktaş’ın prensip sahibi bir duruşu vardır ve bu duruş ve değerler sistemi, içtenlikle söylüyorum ki, bizim için ekonomik gerçeklerin önünde giden, olmazsa olmaz bir durumdur.
 
Öte yandan şunu bir kez daha gördük ki, Beşiktaş’ın, mümkün olduğu kadar kendi değerlerini bulup, yetiştiren, onlara dışarıdan birkaç takviye yaparak takım oluşturan ve bunun sonucunda da ciddi başarılar elde eden bir yapısı var. Biz bu yapıya dönelim, dedik. Beşiktaş büyük ve imkanları olan bir camia. Bu tercih ilk başta taraftarımızda bir endişe yarattı, ancak biz her söylemimizde sabırlı olmalarını, yaptığımız her hareketin belli bir strateji dahilinde olduğunu anlatmaya çalıştık. Bize güvenmelerini, çalışmalarımıza inanmalarını istedik. Teknik heyetimizin talep ve kararları ile yönetimin imkanlarını birleştirerek, bir planı hayata geçirdik. Sözleşme fesihleri, yeni kontratlar ve sözleşme iyileştirmeleri ile ilgili bir yol haritası çizdik. İlk üç haftanın sonunda gördüğümüz tabloya bakarak, bunun doğru bir yol olduğunu içtenlikle ve gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz. Artık ne mutlu ki taraftarımız da, Beşiktaş’ın doğru hamleler yaptığına inanıyor. Kanaatim Türk futbolunun da ihtiyacı olan budur.  Bu topraklarda Türk futbolunu zirveye taşıyacak nice gizli değerler var. Bunların örneklerini de çokça gördük. Gelir-gider dengesi içinde, kendi topraklarındaki değerlerle varlık gösteren bir futbol takımı hedefliyoruz. Bu bakış açısıyla Türk futbolunun bundan sonraki transfer politikalarında yol gösterici olabilirsek ne mutlu. Beşiktaş’ın ötesinde ülke olarak sokağa atacak paramız yok. Bunun faturası hep ağır olmuştur.
 
Pratikte teknik ekiple nasıl bir iletişiminiz var?
Tamamen teknik ekiple beraber çalıştık. Sonuçta sahaya çıkacak olan takımı ve onları nasıl oynatacağını belirleyecek kişi teknik direktör ve ekibi... Bununla birlikte kulüp olarak işin maddi boyutunu da kontrol altında tutmak için yönetimin de dışarıda olması gerçekçi olmaz. İkisi bir araya gelip maddi ve teknik anlamda en iyiyi bulmak için çaba gösterdik. Bir şeyleri başardığımızı ve daha da iyi olacağımızı düşünüyorum. Göreve geldiğimizde çok kısa sürede, çok iş yapmamız gerekiyordu. Süper finalden sonra transfer dönemi başladığında, kulübün izleme komitesinin olmadığını gördük. Sadece menajerlerin tavsiye ettiği oyuncuları almak durumunda olmayan, kendi tespitleri doğrultusunda oyuncu alan, geliri giderinden fazla olan bir kulüp için uğraşacağız.
 
Beşiktaş’ın geçmişte futbolcularla yaptığı anlaşmalarda menajerlerin rolü de çok tartışıldı. Bu sistemi değiştirmek için yaptığınız çalışmalar var mı?
Asla menajerleri kötülemek gibi bir yaklaşımım yok, neticede herkes görevini yapıyor ama menajerlik sisteminde sorunlar var.  Kulüplerin izleme komitesi olmadığı ya da doğru işlemediği için salt menajerlerin tavsiyesiyle oyuncu transferi yapılıyor. “Oyuncunun karakteri, disiplini, iş ahlakı, değerleri size uygun mu”, “Takımda verimli olacak mı”, “Kültüre uyum sağlayabilecek mi” gibi soruların cevaplarına bakılmadan; birkaç maç videosu izlenerek ve iyi oyuncu-kötü oyuncu denilerek anlaşma yapılan bir sistem var Türkiye’de. Bu sorunların ortadan kaldırılabilmesi için, bir izleme sisteminin kurulması ve yaşatılması gerekiyor.
 
Beşiktaş’ta buna uygun bir izleme sistemi oluşturmak için neler yapacaksınız?
İzleme Komitesi kurma hedefimize dönük çalışmalarımız tahminen 2-3 ay içerisinde tamamlanır. Avrupa kulüplerinin izleme sistemlerini inceledik. Türkiye’deki gerçekleri de göz önüne alarak optimum sistemi kurmaya çalışıyoruz. Takımın ihtiyacı belirlendiği zaman kulüp, o ihtiyacına göre futbolcu taramasını kendi sistemi içerisinden yapacak. Raporlar,  oyuncular canlı izlenerek ve her yönüyle takip edilerek oluşturulacak. Oyuncunun menajerine daha sonra ulaşılacak. Yurt dışı ve içinden izlemecilerden faydalanacağız. Kulübün devamlı çalışanı 4-5 izlemecisi ve bu kişilerin bir amiri olacak. Komite üyeleri de tercihen eski futbolculardan oluşacak.
 
Geçtiğimiz transfer döneminde çok sayıda oyuncunun ismi gündeme geldi. Bunların ne kadarı doğru, ne kadarı yanlış bilgiydi?
Gerçekten gündemimize gelenden çok daha fazla sayıda, hiç gündemimizde olmayan isimler yine maalesef bazı menajerler tarafından ortaya atıldı. Bunun üzerinden, hem kulübün hem yöneticilerin hem de oyuncunun yıpratıldığı bir süreç yaşadık. Ne Beşiktaş’ın ne de kimi oyuncuların böyle bir düşüncesi olmamasına rağmen transfer gerçekleşmedi diye de çocuksu yorumlarla karşılaştık. Bu tür tartışmalarda yönetici olarak biraz yıpranabilirsiniz ama önemli olan Beşiktaş’tır, Beşiktaş’ın menfaatleridir. Beşiktaş’ı yıpratmama konusunda herkesin hassasiyet göstermesi gerekir.
 
Son zamanların bir diğer gündemi de kadroda olmayan futbolcuların durumu...
Öncelikle şunu söyleyeyim, kimi tartışılmakta olan isimlere dair kararımız, kesinlikle salt ekonomik değildir, işin disiplin boyutuyla da ilgilidir. Futbol, profesyonel bir oyun... Profesyonellikte kulüp iş veren, futbolcular çalışandır. Herhangi bir işletmedeki iş veren-çalışan ilişkisi neyse, kulüple futbolcu arasındaki ilişki de aynen budur. İşveren, maddi yükümlülüklerini yerine getirdiği sürece çalışanına “Seninle çalışmak istemiyorum” deme hakkına sahiptir. Kulübümüz, teknik ekibimizin yazılı ve imzalı raporu doğrultusunda bazı arkadaşlarımıza gerekli tebligatları yaptı ve kendilerine kulüp bulmalarını istedi. Hatta hemen hepsine kulüp bulmaları için hem biz hem menajerleri yardımcı oldu. Ancak kendileri gitmek istemedi. Transfer dönemi bittiği için, önümüzde farklı bir çözüm de gözükmüyor. Ocak’ta ne olur bilemeyiz. Ama bu arkadaşlarımız, takımdan ayrı olarak çalışmalarına devam edecekler. Hakikaten bunların arasında gelecek vaat eden oyuncular da olabilir. Ancak Beşiktaş büyük ve yarışmaya mecbur bir kulüp. 11 oyuncunun 11’ini de pişmek üzere sahaya süremezsiniz,  tempoyu kaldıramazlar. Dengeyi çok iyi kurmalısınız. Biz başka takımlarda pişmelerini, orada sahada olmalarını ve yeniden BJK şansı bulmalarını içtenlikle istiyoruz.
 
Takımın şu anki yapısıyla, atmosferiyle ilgili neler söylemek istersiniz?
Bireysel yıldızlardan ziyade, takımın yıldız olmasına yöneldik. Bizim sistemimizde bireyler yıldız değil, ekip yıldızdır. Buna futbolcusundan, masörüne, sağlıkçısına, yöneticisine kadar herkes dahildir. Bu bir tercih meselesidir, buna saygı duyulması gerekir. Bu şekilde başarının geleceğine inancımız tamdır. Bunun neticesinde hareketleriyle, disipliniyle, iş ahlakıyla, aile yaşamıyla Beşiktaş’a hizmet edebileceğini düşündüğümüz, takım oyuncusu olduğuna inandığımız arkadaşlarımızla yola devam etme kararı aldık. Birbiri için koşan, birbirinin açığını kapatmaya çalışan, başarı odaklı bir takım kurduk.  Çeşitli sebeplerle bazı almak istediğimiz oyuncuları alamamış olabiliriz ama elimizdeki takımdan son derece memnun ve mutluyuz. Takımın havasının bozulmaması için elimizden geleni yapıyoruz ve yapmaya devam edeceğiz.
 
Sizce Beşiktaş’ın hedefi ne olmalıdır?
Beşiktaş çok büyük hedefleri hak eden bir takım, kuruluşundan bugüne içinde bulunduğu şartlar ne olursa olsun her zaman hedef ve ideal sahibi olmuştur. Tabii büyük hedefler koymak, yarına işaret edip bugünkü gerçeğinizi de görmezden gelmek anlamına gelmiyor. Aksine bugünü iyi analiz edip, gerçekleri görüp, uzun bir yolculuk anlamına geliyor. Yüzyılı aşkın bir çınar olan bu takım, her zaman böyle davranmıştır.
İnsanların, camiaların kısa, orta, uzun vadede hedefleri olmalıdır ki nereye yürüdüğünü bilsin. Bizler bu hedefleri taraftarı olduğumuz bu kulübe yönetici olma şerefine ulaştığımızdan bu yana planlıyor ve camiayla paylaşıyoruz. Önceliğimiz şu oldu; mevcut durum analizi ve kangren olmuş sorunları çözmek. Bu konuda oldukça mesafe kat ettik ve daha da yapacağımız şeyler var. Bir kere ekonomik manada kulüplerin başındaki insanlar “Burası benim şirketim olsa, nasıl davranırım” diye düşünüp, ekonomiyi öyle idare etmeliler. Bu konuda tek vücut olduğumuzu düşünüyorum...
Daha sonra yapmamız gereken ise, bugün Türk futbolunun en büyük markalarından biri olan Beşiktaş’ı bir dünya markası haline getirmektir. Bunun için uzun bir yol ve doğru stratejiler gerekmektedir. Altyapınızı sağlam tutacaksınız, ekonomik girdileriniz ve çıktılarınız doğru orantılı olacak ve büyük fotoğrafı göreceksiniz. Biz bunu başaracağımızı biliyoruz ve her şeyden evvel inanıyoruz. Böyle planlayıp baktığınızda, Beşiktaş’ın hedefi ileride Şampiyonlar Ligi Şampiyonu olmaktır. Sportif başarı tesadüflerle gelmez.
 
Aslında cevaplarınızın satır aralarından eminim taraftarlarımız birçok mesajı alacaktır. Ama yine de camiamıza son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
 
Futbol sonuçta bir oyun, mağlubiyet de galibiyet de var işin doğasında ama tüm Beşiktaşlılar’ın sahada görmek istediği en önemli şey, formasını terleten, hakkını veren sporcular, yani inanmak… İnançla o sahada varsanız, sonuç ne olursa olsun üzerinize düşeni yapmışsınızdır. Bugün biliyoruz ki, taraftarımız sahada bu inancı görüyor. Bu nedenle takımlarına güvensinler,  o benzersiz desteklerini esirgemesinler. Bireysel olarak oyunculara değil, takıma, formaya ve Beşiktaş ismine sahip çıksınlar. Spekülatif söylemler karşısında aklıselim davransınlar. Başarı, sadece şampiyonluk demek değil, 109 yıllık Beşiktaş tarihine zarar verecek davranışta bulunmamak, gerek saha içinde gerekse saha dışında Beşiktaş formasının hakkını sonuna kadar vermektir.
 
Teşekkür ederim.
 
BEŞİKTAŞ DERGİLERİNE ABONE OLMAK İÇİN TIKLAYINIZ