ATATÜRK VE Beşiktaş
Ulu Önder Atatük'ün Hayatı
ULU ÖNDER ATATÜRK'ÜN HAYATI
Mustafa Kemal Atatürk 1881 yılında Selânik'te Kocakasım Mahallesi, Islâhhâne Caddesi'ndeki üç katlı pembe evde doğdu. Babası Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım'dır. Baba tarafından dedesi Hafız Ahmet Efendi XIV-XV. yüzyıllarda Konya ve Aydın'dan Makedonya'ya yerleştirilmiş Kocacık Yörüklerindendir. Annesi Zübeyde Hanım ise Selânik yakınlarındaki Langaza kasabasına yerleşmiş eski bir Türk ailesinin kızıdır. Milis subaylığı, evkaf katipliği ve kereste ticareti yapan Ali Rıza Efendi, 1871 yılında Zübeyde Hanım'la evlendi. Atatürk'ün beş kardeşinden dördü küçük yaşlarda öldü, sadece Makbule (Atadan) 1956 yılına değin yaşadı.
Küçük Mustafa öğrenim çağına gelince Hafız Mehmet Efendi'nin mahalle mektebinde öğrenime başladı, sonra babasının isteğiyle Şemsi Efendi Mektebi'ne geçti. Bu sırada babasını kaybetti (1888). Bir süre Rapla Çiftliği'nde dayısının yanında kaldıktan sonra Selânik'e dönüp okulunu bitirdi. Selânik Mülkiye Rüştiyesi'ne kaydoldu. Kısa bir süre sonra 1893 yılında Askeri Rüştiye'ye girdi. Bu okulda Matematik öğretmeni Mustafa Bey adına "Kemal" i ilave etti. 1896-1899 yıllarında Manastır Askeri İdâdi'sini bitirip, İstanbul'da Harp Okulunda öğrenime başladı. 1902 yılında teğmen rütbesiyle mezun oldu. Harp Akademisi'ne devam etti. 11 Ocak 1905'te yüzbaşı rütbesiyle Akademi'yi tamamladı. 1905-1907 yılları arasında Şam'da 5. Ordu emrinde görev yaptı. 1907'de Kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) oldu. Manastır'a III. Ordu'ya atandı. 19 Nisan 1909'da İstanbul'a giren Hareket Ordusu'nda Kurmay Başkanı olarak görev aldı. 1910 yılında Fransa'ya gönderildi. Picardie Manevraları'na katıldı. 1911 yılında İstanbul'da Genel Kurmay Başkanlığı emrinde çalışmaya başladı.
1911 yılında İtalyanların Trablusgarp'a hücumu ile başlayan savaşta, Mustafa Kemal bir grup arkadaşıyla birlikte Tobruk ve Derne bölgesinde görev aldı. 22 Aralık 1911'de İtalyanlara karşı Tobruk Savaşını kazandı. 6 Mart 1912'de Derne Komutanlığına getirildi.
Ekim 1912'de Balkan Savaşı başlayınca Mustafa Kemal Gelibolu ve Bolayır'daki birliklerle savaşa katıldı. Dimetoka ve Edirne'nin geri alınışında büyük hizmetleri görüldü. 1913 yılında Sofya Ateşemiliterliğine atandı. Bu görevde iken 1914 yılında yarbaylığa yükseldi. Ateşemiliterlik görevi Ocak 1915'te sona erdi. Bu sırada I. Dünya Savaşı başlamış, Osmanlı İmparatorluğu savaşa girmek zorunda kalmıştı. Mustafa Kemal 19. Tümeni kurmak üzere Tekirdağ'da görevlendirildi.
1914 yılında başlayan I. Dünya Savaşı'nda, Mustafa Kemal Çanakkale'de bir kahramanlık destanı yazıp İtilaf Devletlerine "Çanakkale geçilmez! " dedirtti. 18 Mart 1915'te Çanakkale Boğazını geçmeye kalkan İngiliz ve Fransız donanması ağır kayıplar verince Gelibolu Yarımadası'na asker çıkarmaya karar verdiler. 25 Nisan 1915'te Arıburnu'na çıkan düşman kuvvetlerini, Mustafa Kemal'in komuta ettiği 19. Tümen Conkbayırı'nda durdurdu. Mustafa Kemal, bu başarı üzerine albaylığa yükseldi. İngilizler 6-7 Ağustos 1915'te Arıburnu'nda tekrar taarruza geçti. Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal 9-10 Ağustos'ta Anafartalar Zaferini kazandı. Bu zaferi 17 Ağustos'ta Kireçtepe, 21 Ağustos'ta II. Anafartalar zaferleri takip etti. Çanakkale Savaşlarında yaklaşık 253.000 şehit veren Türk ulusu onurunu İtilaf Devletlerine karşı korumasını bilmiştir. Mustafa Kemal'in askerlerine "Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!" emri cephenin kaderini değiştirmiştir.
Mustafa Kemal Çanakkale Savaşları'dan sonra 1916'da Edirne ve Diyarbakır'da görev aldı. 1 Nisan 1916'da tümgeneralliğe yükseldi. Rus kuvvetleriyle savaşarak Muş ve Bitlis'in geri alınmasını sağladı. Şam ve Halep'teki kısa süreli görevlerinden sonra 1917'de İstanbul'a geldi. Velihat Vahidettin Efendi'yle Almanya'ya giderek cephede incelemelerde bulundu. Bu seyahatten sonra hastalandı. Viyana ve Karisbad'a giderek tedavi oldu. 15 Ağustos 1918'de Halep'e 7. Ordu Komutanı olarak döndü. Bu cephede İngiliz kuvvetlerine karşı başarılı savunma savaşları yaptı. Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından bir gün sonra, 31 Ekim 1918'de Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığına getirildi. Bu ordunun kaldırılması üzerine 13 Kasım 1918'de İstanbul'a gelip Harbiye Nezâreti'nde (Bakanlığında) göreve başladı.
Mondros Mütarekesi'nden sonra İtilaf Devletleri'nin Osmanlı ordularını işgale başlamaları üzerine; Mustafa Kemal 9. Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktı. 22 Haziran 1919'da Amasya'da yayımladığı genelgeyle "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını " ilan edip Sivas Kongresi'ni toplantıya çağırdı. 23 Temmuz - 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum, 4 - 11 Eylül 1919 tarihleri arasında da Sivas Kongresi'ni toplayarak vatanın kurtuluşu için izlenecek yolun belirlenmesini sağladı. 27 Aralık 1919'da Ankara'da heyecanla karşılandı. 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması yolunda önemli bir adım atılmış oldu. Meclis ve Hükümet Başkanlığına Mustafa Kemal seçildi Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kurtuluş Savaşı'nın başarıyla sonuçlanması için gerekli yasaları kabul edip uygulamaya başladı.
Türk Kurtuluş Savaşı 15 Mayıs 1919'da Yunanlıların İzmir'i işgali sırasında düşmana ilk kurşunun atılmasıyla başladı. 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr Antlaşması'nı imzalayarak aralarında Osmanlı İmparatorluğu'nu paylaşan I. Dünya Savaşı'nın galip devletlerine karşı önce Kuvâ-yi Milliye adı verilen milis kuvvetleriyle savaşıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi düzenli orduyu kurdu, Kuvâ-yi Milliye - ordu bütünleşmesini sağlayarak savaşı zaferle sonuçlandırdı.
Mustafa Kemal yönetimindeki Türk Kurtuluş Savaşının önemli aşamaları şunlardır:
Sarıkamış (20 Eylül 1920), Kars (30 Ekim 1920) ve Gümrü'nün (7 Kasım 1920) kurtarılışı.
Çukurova, Gazi Antep, Kahraman Maraş, Şanlı Urfa savunmaları (1919- 1921)
I. İnönü Zaferi (6 -10 Ocak 1921)
II. İnönü Zaferi (23 Mart-1 Nisan 1921)
Sakarya Zaferi (23 Ağustos-13 Eylül 1921)
Büyük Taarruz, Başkomutan Meydan Muhaberesi ve Büyük Zafer (26 Ağustos 9 Eylül 1922)
Sakarya Zaferinden sonra 19 Eylül 1921'de Türkiye Büyük Millet Meclisi Mustafa Kemal'e Mareşal rütbesi ve Gazi unvanını verdi. Kurtuluş Savaşı, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'yla sonuçlandı. Böylece Sevr Antlaşması'yla paramparça edilen, Türklere 5-6 il büyüklüğünde vatan bırakılan Türkiye toprakları üzerinde ulusal birliğe dayalı yeni Türk devletinin kurulması için hiçbir engel kalmadı.
23 Nisan 1920'de Ankara'da TBMM'nin açılmasıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu müjdelenmiştir. Meclisin Türk Kurtuluş Savaşı'nı başarıyla yönetmesi, yeni Türk devletinin kuruluşunu hızlandırdı. 1 Kasım 1922'de hilâfet ve saltanat birbirinden ayrıldı, saltanat kaldırıldı. Böylece Osmanlı İmparatorluğu'yla yönetim bağları koparıldı. 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet idaresi kabul edildi, Atatürk oybirliğiyle ilk cumhurbaşkanı seçildi. 30 Ekim 1923 günü İsmet İnönü tarafından Cumhuriyet'in ilk hükümeti kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti, "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ve "Yurtta barış cihanda barış" temelleri üzerinde yükselmeye başladı.
Soyadı Kanunu gereğince, 24 Kasım 1934'de TBMM'nce Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadı verildi.
Atatürk, 24 Nisan 1920 ve 13 Ağustos 1923 tarihlerinde TBMM Başkanlığına seçildi. Bu başkanlık görevi, Devlet-Hükümet Başkanlığı düzeyindeydi. 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyet ilan edildi ve Atatürk ilk cumhurbaşkanı seçildi. Anayasa gereğince dört yılda bir cumhurbaşkanlığı seçimleri yenilendi. 1927,1931, 1935 yıllarında TBMM Atatürk'ü yeniden cumhurbaşkanlığına seçti.
Atatürk sık sık yurt gezilerine çıkarak devlet çalışmalarını yerinde denetledi. İlgililere aksayan yönlerle ilgili emirler verdi. Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye'yi ziyaret eden yabancı ülke devlet başkanlarını, başbakanlarını, bakanlarını komutanlarını ağırladı.
15-20 Ekim 1927 tarihinde Kurtuluş Savaşı'nı ve Cumhuriyet'in kuruluşunu anlatan büyük nutkunu, 29 Ekim 1933 tarihinde de 10. Yıl Nutku'nu okudu.
Atatürk özel yaşamında sadelik içinde yaşadı. 29 Ocak 1923'de Latife Hanımla evlendi. Birçok yurt gezisine birlikte çıktılar. Bu evlilik 5 Ağustos 1925 tarihine dek sürdü. Çocukları çok seven Atatürk Afet (İnan), Sabiha (Gökçen), Fikriye, Ülkü, Nebile, Rukiye, Zehra adlı kızları ve Abdurrahim Tunçak'ı manevi evlat edindi. Mustafa ve İhsan adlı çocukları himayesine aldı. Yaşayanlarına iyi bir gelecek hazırladı.
1937 yılında çiftliklerini hazineye, bir kısım taşınmazlarını da Ankara ve Bursa Belediyelerine bağışladı. Mirasından kız kardeşine, manevi evlatlarına, Türk Dil ve Tarih Kurumlarına pay ayırdı. Kitap okumayı, müzik dinlemeyi, dans etmeyi, ata binmeyi ve yüzmeyi çok severdi. Zeybek oyunlarına, güreşe, Rumeli türkülerine aşırı ilgisi vardı. Tavla ve bilardo oynamaktan büyük keyif alırdı. Sakarya adlı atıyla, köpeği Fox'a çok değer verirdi. Zengin bir kitaplık oluşturmuştu. Akşam yemeklerine devlet ve bilim adamlarını, sanatçıları davet eder, ülkenin sorunlarını tartışırdı. Temiz ve düzenli giyinmeye özen gösterirdi. Doğayı çok severdi. Sık sık Atatürk Orman Çiftliği'ne gider, çalışmalara bizzat katılırdı.
Fransızca ve Almanca biliyordu. 10 Kasım 1938 saat 9.05'te yakalandığı siroz hastalığından kurtulamayarak İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nda hayata gözlerini yumdu. Cenazesi 21 Kasım 1938 günü törenle geçici istirahatgâhı olan Ankara Etnografya Müzesi'nde toprağa verildi. Anıtkabir yapıldıktan sonra nâşı görkemli bir törenle 10 Kasım 1953 günü ebedi istirahatgâhına gömüldü.
Kaynak: Anıtkabir Sitesi
En Büyük Beşiktaşlı Atatürk
EN BÜYÜK BEŞİKTAŞLI ATATÜRK
"EFENDİLER,
SİZLERİN VE SPORCULARINIZIN CİDDİ ÇALIŞMALARINI, ÇEVİKLİK VE MAHARETLERİNİ UZUN ZAMANDAN BERİ BÜYÜK BİR ZEVKLE AYRICA DİKKATLE İZLİYORUM.
SPORDAN YOKSUN BİR GENÇLİK, NASIL Kİ VATAN MÜDAFAASI SIRASINDA ETKİLİ OLAMIYORSA, İNSAN DENEN VARLIĞIN KAFA YAPISI DA NE DERECE TEKAMÜL EDERSE ETSİN, BEDENİ İNKİŞAFI NOKSAN VE YETERSİZ OLURSA, O VÜCUT O KAFAYI İLERİYE GÖTÜREMEZ, TAŞIYAMAZ.
BUGÜN BÜNYENİZDE TOPLAYIP İLMİ METODLARLA YETİŞTİRMEYE ÇALIŞTIĞINIZ BU GENÇLER, TAM ANLAMDA BEDENEN VE FİKREN GELİŞTİKLERİ ZAMAN VATAN MÜDAFAASINDA, İLMİ SAHALARDA OLDUĞU GİBİ, SPOR ALANLARINDA DA AVRUPALI HASIMLARINA TÜRK’ÜN ÖLMEZ GÜCÜNÜ İSPAT EDECEKLERDİR.
SİZİ CANDAN KUTLAR, BAŞARILARINIZI HER ZAMAN DUYMAK İSTERİM.”
ATATÜRK - 1916
Altı yüz küsür yıl, üç kıtada hüküm süren “Osmanlı İmparatorluğu”nun çöküşü ile, tüm emperyalist Avrupa Devletleri’nin üstümüze çullandığı ve topraklarımızı paylaşmaya başladıkları bir dönemde, hızır gibi ortaya çıkarak, harp dehası, cansızı dirilten moral kaynağı, kişiliği ve politik stratejisiyle halkını yönlendiren, onları yeniden istiklaline kavuşturan Mustafa Kemal Atatürk, bu mucizenin ardından “Demokratik Türkiye Cumhuriyeti”ni kurmuş, ayrıca her alandaki inkılaplarıyla ülkesine modern bir görünüm sağlamıştır...
Ulu Önder Atatürk, o karanlık dönemde bu olmazı gerçekleştirirken, Beşiktaş Kulübü de kendisine destek sağlamıştır.
İstiklal mücadelesinde öncelikle görevlendirdiği sporcular ise, Beşiktaş Kulübü’nün gözü pek, fedakar bireylerinden oluşmuştur daima... FUAT BALKAN ile MEHMET ALİ FETGERİ, Batı Trakya’da oluşturdukları “Milis Kuvvetleri”yle ,Yunanlılar’a karşı çete harbi yaparlarken, AHMET FETGERİ, DANİŞ KARABELEN, HÜSEYİN BEREKET, CAMİ BAYKURT ve SIRIKÇI İZZET gibi Siyah-Beyaz kökenli yüzlerce sporcu da, Anadolu’ya İstanbul’dan yapılan gizli silah sevkıyatında “lokomotif” görevler üstlenmişlerdi... Büyük özverilerle sürdürülen bu faaliyetler, Atatürk ve iki yakın silah arkadaşı Fevzi Çakmak ile İsmet İnönü’nün bilgileri doğrultusunda sürdürülüyordu...
Beşiktaş’ın sadece ilk Futbol Takımı’ndan 8’inin Çanakkale ve Kafkasya Cepheleri’nde şehit düşmesi, Hokeyci Refik’in Sakarya Savaşı’nda bir top mermisiyle gövdesinin yarısını kaybetmesi, Mustafa Kemal Paşa’nın sevgisini pekiştiren yüzlerce olaydan sadece bir iki örnektir...
İşte bu nedenledir ki, Beşiktaş Kulübü, Ulu Önder Atatürk’ün öncelikle sevgi ve ilgi duyduğu, kader birliği ettiği ilk spor cemiyeti olma onuru taşımaktadır ülkemizde....
ATATÜRK ile BEŞİKTAŞ’ın birlikteliği, 1915 yılında başlar. 1915 ile 1920 yılları arasında, Akaretler Spor Caddesi’nde Beşiktaş Jimnastik Kulübü’ne komşu olan Mustafa Kemal Atatürk, görevleri icabı sık sık İstanbul dışına çıktığı günlerde, birlikte oturduğu annesi ile kız kardeşini Siyah-Beyazlı sporcu ve idarecilere emanet eder, gözü arkada kalmazdı... Taraflar arasında asker kökenli olmanın getirdiği saygı ve sevgi ile pekişen bağlılık, Ulu Önder’in kurtuluşu sağlayacak ilk gizli teşkilatlanmayı, Beşiktaşlı sporculara verdiği çok önemli görevlerle başlattığı belgelerle sabittir.
Bir Kısım Azınlıkların Teşvikiyle, Yunanlı Subaylar Beşiktaş Kulübü Lokalini Yağma Etmişlerdi...
1918 yılında “Birinci Cihan Harbi” sona ermiş ve Mondoros Mütarekesi’nin tabii sonucu olarak 13 Kasım 1918 günü Müttefikler, İstanbul’u işgal etmişlerdi... O günlerde Beşiktaş Jimnastik Kulübü, Akaretler’deki lokali elinden alındığı için, Beşiktaş çarşısı içindeki bir kilise binasında ikamet etmek mecburiyetinde kalmıştı. Siyah-Beyazlılar, burada çok acı bir felakete uğradılar ve 1903 ile 1918 yılları arasında elde ettikleri tüm şild, kupa, madalya, flama gibi şampiyonluk göstergelerini, çok önemli belgelerle, fotoğraflarını kaybettiler... Ata’nın Beşiktaş Kulübü’ne yaptığı ziyaretleri ve 56 sahasında gerçekleştirdiği sohbetleri gösteren (Fuat Balkan tarafından çekilmiş) fotoğraflar da maalesef bu yağma sırasında telef oldular...
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Atatürk’ün Beşiktaş ile ilgisi, “Yıldırım Orduları Kumandanlığı” görevine başlamadan önce ve 1915’te “Çanakkale Müdafii” olarak adını dünya tarihine yazdırdığı günlerde başlamıştır...
Bunu kanıtlayan belgelerden biri olarak, Akaretler yokuşu üzerinde oturduğu 76 no’lu binanın dış kapısı yanındaki “MERMER KİTABE” de şu satırlar yer almaktadır :
“ATATÜRK, BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA DÜŞMANA KARŞI İSTANBUL’U KORUYUP KURTARAN, ÇANAKKALE MÜDAFİİ, ANAFARTALAR KOMUTANI, MİRİLİVA MUSTAFA KEMAL PAŞA İKEN, BU EVDE KİRACI OLARAK KALMIŞTIR...”
“Çanakkale Savaşı” 19 Şubat-1 Aralık 1915 tarihleri arasında cereyan ettiğine göre, ATATÜRK-BEŞİKTAŞ diyaloğunun 1915 yılında başladığı bu belge ile açık seçik ortadadır...
Uzun lafın kısası, bu belge de göstermektedir ki, Ulu Önder Atatürk’ün ilk göz ağrısı, başka bir deyişle gençlik ateşini yaktığı ilk spor kulübü, BEŞİKTAŞ’tır...
Beşiktaş kurucularından, eskrimci FUAT BALKAN, Mustafa Kemal Atatürk’ün yakınlık duyduğu asker sporculardan biriydi. Milli mücadele yıllarında, Makedonya ve Batı Trakya’daki kahramanlıklarından sonra, emrindeki “ÜÇ MİLİS TABURU”nu, 17 Eylül 1917 günü Drama’dan hareketle Türkiye’ye getiren FUAT BALKAN’ı, “Umumi karargah”, paha biçilemez bir hediye şeklinde “Türk Ordusu”na kavuşturduğundan kendisini, nasıl tebrik edeceğini bilememişti.
Beşiktaşlı Fuat Balkan, sporcu kişiliğinin yanı sıra, gerçekten de yakın tarihimizin bir numaralı komitacısıydı... 1908 ile 1923 yılları arasında ve fasılasız olarak en önemli ayrıca gizli görevlerde bulunmuş, “İmparatorluk Dönemi”nde Makedonya’da komitacılık yapmış, daha sonra “Büyük Millet Meclisi” tarafından Yunanistan içlerine sokulmuştur... Fuat Balkan’ın buradaki görevi, Anadolu’ya geçmeye hazırlanan Yunan Kuvvetleri’ni bu ülkede karışıklık çıkararak alıkoymaktı... Bunun için kendisine hudutsuz yetkiler verilmişti... Lozan Antlaşması ile Türkiye istiklaline ve sükuna kavuşunca, Atatürk’ün de rızasıyla Mareşal Fevzi Çakmak, Fuat Balkan’a bir takdirname göndermiş ve “sonsuz hizmetleri”nden dolayı kendisine ayrıca mahiyetindeki komitacılara teşekkür etmiştir... FUAT BALKAN’ın yaşamı boyunca aldığı takdirnamelerin sayısı hayli kabarıktır...
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK, Yıldırım Orduları Grup Kumandanlığı görevine başlamadan önce, 1916 yılının ilk günlerinde, Akaretler’deki evinin arka kapısından, Beşiktaş Jimnastik Kulübü idman sahasına inmiş (şimdiki plazaların bulunduğu alan), Ahmet Fetgeri ile Fuat Balkan Beyler’i yanına çağırıp, kendileriyle şu konuşmayı yapmıştır :
“EFENDİLER,
SİZLERİN VE SPORCULARINIZIN CİDDİ ÇALIŞMALARINI, ÇEVİKLİK VE MAHARETLERİNİ UZUN ZAMANDAN BERİ BÜYÜK BİR ZEVKLE AYRICA DİKKATLE İZLİYORUM.
SPORDAN YOKSUN BİR GENÇLİK, NASIL Kİ VATAN MÜDAFAASI SIRASINDA ETKİLİ OLAMIYORSA, İNSAN DENEN VARLIĞIN KAFA YAPISI DA NE DERECE TEKAMÜL EDERSE ETSİN, BEDENİ İNKİŞAFI NOKSAN VE YETERSİZ OLURSA, O VÜCUT O KAFAYI İLERİYE GÖTÜREMEZ, TAŞIYAMAZ.
BUGÜN BÜNYENİZDE TOPLAYIP İLMİ METODLARLA YETİŞTİRMEYE ÇALIŞTIĞINIZ BU GENÇLER, TAM ANLAMDA BEDENEN VE FİKREN GELİŞTİKLERİ ZAMAN VATAN MÜDAFAASINDA, İLMİ SAHALARDA OLDUĞU GİBİ, SPOR ALANLARINDA DA AVRUPALI HASIMLARINA TÜRK’ÜN ÖLMEZ GÜCÜNÜ İSPAT EDECEKLERDİR.
SİZİ CANDAN KUTLAR, BAŞARILARINIZI HER ZAMAN DUYMAK İSTERİM.”
1961 yılında kendisiyle “Beşiktaş Tarihi” adına yaptığım bir söyleşide Beşiktaş Kurucusu,Türkiye’nin ilk Güreş Federasyonu Başkanı ve Yazar AHMET FETGERİ AŞENİ’den aldığım bu Ata’ya ait söylev, gerçekte Siyah-Beyazlı Camia’ya Atatürk’ün bir vasiyeti olmuştur...
Kaynak: Türk Sporu’nda Bir Asır Beşiktaş/Vala Somalı
19 Mayıs ve Beşiktaş
19 MAYIS VE BEŞİKTAŞ
19 Mayıs 1919, Ulu Önderimiz Atatürk’ün Samsun’da Milli Mücadele’yi başlatarak, Türk Milleti’ne Bağımsızlığı için yeşil ışık yaktığı en önemli gündür. İşte her yıl yurdumuzun çeşitli kentlerinde büyük bir istek ve coşkuyla kutladığımız 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı, bu nedenle ulusumuz için apayrı bir önem taşımaktadır. Bugünün, Beşiktaş için de çok büyük anlamı vardır. Çünkü 19 Mayıs’ı Türkiye’ye armağan eden, en büyük Beşiktaşlı Atatürk’tür. 19 Mayıs’ı, Gençlik ve Spor Bayramı’na dönüştürmek ise bir Beşiktaş zaferidir.
Atatürk Spor Günü
19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı, ilk defa 24 Mayıs 1935’te “Atatürk Günü” adı altında yapılmıştır. Ebedi Şef Atatürk’e gençliğin beslediği sevgi ve saygıyı dile getirebilmek amacıyla bir “Atatürk Spor Günü” düzenlemeye karar veren Beşiktaş Jimnastik Kulübü, 1935 Mayıs ayı içinde Galatasaray ve Fenerbahçe kulüpleri ile bir toplantı tertipleyerek, bu fikri ortaya atmıştır.
24 Mayıs 1935 günü bu bayram nedeniyle, Fenerbahçe Stadı’nda yapılacak hareketleri izlemek üzere 20 binden fazla seyirci toplanmıştır.
O gün yarışmalardan önce yapılan resmi geçitte, başta 100’ü aşkın sporcu kadrosuyla Beşiktaş, onu takiben Fenerbahçe ve Galatasaraylı sporcular, bir örnek kıyafetleriyle başları dimdik, gözleri ilerde, göğüsleri kabararak sert adımlarla yürürken, çılgınca alkışlanmışlardır. Bu çok güzel olaydan kısa bir zamandan sonra, Türk Spor Teşkilatı ileri gelenleri, 1924’ten beri her yıl yapılmakta olan Spor Kongresi için, Ankara’da bir araya gelmişlerdir.
Sporun ve Beşiktaş’ın Bayramı
Beşiktaş’ın kurucularından Ahmet Fetgeri Bey, ilk gün kürsüye çıkmış ve şu öneriyi getirmişti kongreye: “Muhterem Kongre üyeleri, Beşiktaş Jimnastik Kulübü, uzun zamandan beri tasarlanmakta olduğu bir spor projesini, kardeş kulüpler olan Fenerbahçe ve Galatasaray ile nihayet tatbik mevkiine koymuş ve 24 Mayıs 1935 günü Kadıköy sahasında bir “Atatürk Spor Günü” düzenlemiştir.
Türk spor basını ve spor kamuoyunda çok geniş yankılar uyandıran bu gençlik hareketi, gerçekte Türk Gençliği’nin Ulu Önder Atatürk’e olan sevgi ve saygısını gösterebilmesi için bir vesile olmuştur. Amacımız şudur; İstanbul’da gerçekleştirdiğimiz bu “Atatürk Günü”nün tüm Türk Gençliği’ne mal edilebilmesi için 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı adı altında ve her yıl yapılmasını teklif ediyorum. Kabul edilmesi halinde bu karar, Beşiktaş Kulübü’nden çok, kongrenin onuru olacaktır. Saygılarımla.”
Ahmet Fetgeri Bey, alkışlar arasında kürsüden indikten sonra, tasarı oylamada kabul edilmiş ve Atatürk’e arz edilmiştir. Ebedi Şef, bu güzel tasarıyı düşünmeden kabul etmiş ve kanunlaşması için ilgililere gerekli son emirleri de vermiştir.
İşte 1935 yılının Mayıs ayı içinde Beşiktaş Jimnastik Kulübü tarafından ortaya atılıp, gerçekleştirilen bu gençlik hareketi kanunlaştıktan sonra, “19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı” olarak büyük bir coşkuyla, büyük bir onurla nesillerden nesillere kutlanmaya devam ediyor.
Atatürk, Gençlik, Spor...
Atatürk Türk gençliğini seviyor, onlara güveniyor ve Türkiye’nin geleceğini onların ellerine bırakmaya çekinmiyordu. Gençliğe bıraktığı bu önemli görevi söylevinde şöyle dile getiriyordu Atatürk: “Ey Türk Gençliği! Birinci ödevin; Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsuzluğa değin korumak ve savunmaktır. Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel senin en değerli güven kaynağındır.”
Atatürk, “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur!” sözü ile başarılı olabilmenin bir koşulunun da sağlıklı olmak olduğunu, sağlıklı olmak için de spor yapmak gerektiğini vurgulamıştır. Her yıl 19 Mayıs günü Gençlik ve Spor Bayramımız yurdun her yanında spor gösterileri ve törenlerle kutlanır.
19 Mayıs; 1981 yılından bu yana “Atatürk’ü Anma Günü” olarak da kutlanmaktadır. Bunun nedeni Atatürk’ün bir söyleşi sırasında: “Ben 19 Mayıs’ta doğdum” demiş olmasıdır.
19 Mayıs; Türkiye’nin, gençliğin, sporun ve en çok da BEŞİKTAŞ’ın Bayramı’dır.
Kaynak: Türk Sporu’nda Bir Asır Beşiktaş/Vala Somalı
Ulu Önder Atatürk'ün Beşiktaş Hatıraları
ULU ÖNDER ATATÜRK'ÜN BEŞİKTAŞ HATIRALARI
Beşiktaş’ın Kuruluşu Mustafa Kemal’e Güç Verdi
“Mustafa Kemal, Erkanıharbiye’nin 3. sınıfına gelmişti. Bazen sabahlara kadar uyumuyor, “Hürriyet ve İstibdadı düşünüyordu. Bu arada Mektebi bitirdikten sonra kurmayı düşündüğü Vatan ve Hürriyet Cemiyeti ağır ağır kafasında şekilleniyor, mezun olacak arkadaşlarını bu doğrultuda hazırlıyordu. İşte tam bu günlerde bir haber aldı. Beşiktaş Bereket Jimnastik Kulübü (1903) kurulmuştu. Subay ve Saray’a yakın kişilerden oluşan bu kuruluş, Mustafa Kemal’in ilgisini iyice çekti. Nasıl olmuştu da Yıldız Sarayı’na yüz metre mesafedeki Osman Paşa Konağı’nda gençler biraraya gelmiş; Saray hafiyelerinin gözlerinin önünde sportif faaliyetlerine girişmişlerdi? Mustafa Kemal’i o günlerde sportif çalışmalardan çok, Saray’a karşı oluşturdukları fikirler ilgilendiriyordu. Mustafa Kemal, kurucularının Zabit, yaptıkları sporların güreş, eskrim, gülle, aletli jimnastik, boks, halter, barfiks olmasından dolayı da Beşiktaş Bereket Jimnastik Kulübü ile ilgilenmişti. Fakat O’nu daha çok ilgilendiren, bu gençlerin istibdadı yenerek biraraya gelmeleriydi. Beşiktaş Bereket Jimnastik Kulübü’ne bağlılığı arttı.”
Mustafa Kemal: “Beşiktaş Bereket Jimnastik Kulübü kadar olamadınız...”
... Mustafa Kemal Şam’da Vatan ve Hürriyet’i kurduktan sonra 1907 yılında Selanik’e gelerek İttihati Terakki’ye katıldı. Yaptıkları toplantıda, Cemiyet’i şiddetle tenkit ediyor, “Beşiktaş Osmanlı Terbiye-i Bedeniye kadar olamadız. Programınız ve lideriniz yok” diyordu. İşte o günleri, Mustafa Kemal’in çalışma arkadaşlarından Mithad Şükrü şöyle anlatıyordu:
“Gençlik, ne büyük bir kuvvetmiş meğerse. Damarlarımızda kan yerine alev aktığı günler, Selanik’te bütün arkadaşlar hep biraradayız. Sık sık toplantılar yapıyoruz. En büyük zevkimiz, Saray idaresine rahatça atıp tutmak. Bu atıp tutmalar, Padişah’a uzaktan yumruk sallamalar, bereket versin ki evimizin dört duvarını aşmıyor. Yanya birahanesindeki buluşma yerimize Mustafa Kemal de sık sık geliyor.Bazen kızardı; -Beşiktaş Bereket Jimnastik Kulübü kadar olamadınız – derdi.”
Beşiktaşlı sporcuların söylediği Marş, Mustafa Kemal’i duygulandırdı
... Çanakkale Zaferi’nin kahramanı Mustafa Kemal, Edirne’de 16. Kolordu Kumandanlığına tayin edildi. Mustafa Kemal, İstanbul’a geldiği gün geceyi Pera Palas Oteli’nin 201 nolu odasında geçirdi. Ertesi gün, bir yıldan beri yüzünü göremediği annesi Zübeyde Hanımefendi’nin Beşiktaş Kulübü yanındaki evine koştu. Mustafa Kemal evinin arka kapısından Beşiktaşlı sporcuların idman yaptığı sahaya çıktı. Ve yine Beşiktaş Kulübü’ne arka kapısından girdi. Burada bulunan idarecilere validesine gösterdikleri yakın alakadan dolayı teşekkür etti. Mustafa Kemal, Beşiktaş’ın yeni lokaline hayran kalmıştı. Kulüp lokalinde o sırada kılıç, eskrim, güreş, boks idmanları yapılıyordu. İdarecilerden Cami Bey, Ahmet Fetgeri Bey, Fuat Bey kulübün 1903 kuruluş günlerinden bu yana Zabit arkadaşlarıydı. Cami Bey, 1908 Meşrutiyet döneminde Yüzbaşılıktan ayrılarak Meclisi Mebusan’a Fizan Mebusu olarak girmişti. Kulüp’te hem güreşiyor, hem de bu sporun hocalığını yapıyordu. Mustafa Kemal uzun süre idarecilerle hasbıhale idmanları izledikten sonra, evine döndü.Uyumaya çalışırken, birden Beşiktaş Kulübü’nden bir marş söylendi. Marşı belki de yüze yakın genç ve çocuk söylüyordu. Sözleri aynen şöyleydi.
Hayatı süsledik izharı ittihatla bugün,
Yolunda gençliğin ulvi değil miydi birleşmek.
Sebatı bayrağımız yaptık, i’tilamız için
Neticesiz ve boş olmaz sebatla hiçbir emek.
Dakikalar bize bir nağbe nişad olsun.
Kulübümüzde müceddet nücumu mevc vursun
Bu kainat bize hep gıpta ediyor isar,
Biz onbir arkadaşız, lakin arkamız daha var.
Bu zevk alemi dar zannedip de aldanalım,
Vekar hak gibi sakin, nezih ve saf olalım.
Fakat bu hal ile, kuvvet gibi cesur olalım.
Mustafa Kemal bu marşla duygulandı. Uykusu kaçmıştı. Daha dün kadar yakın, yaptığı savaşları, yanında şehit düşen er ve Zabitleri düşünüyordu. İşte dinlediği bu marş’ın şiiri de Çanakkale’de şehit düşen Beşiktaş futbol takımı kaptanı şair Kazım’a aitti.
“Efendiler, sizlerin ve sporcularınızın çalışmalarını dikkatle izliyorum...”
... Mustafa Kemal, Akaretler Caddesi 76 numaralı evinin arka bahçesine çıkarak istirahat ederdi. En büyük tutkusu hasır sandalyesine oturup, ağızlıklı sigarasını tüttürüp, annesi Zübeyde Hanımefendi’nin pişirdiği kahveyi yudumlarken Beşiktaş idmanlarını seyretmekti. Bitişiğindeki Beşiktaş Kulübü’nün arka kapısı da bu meydana açılıyordu. Mustafa Kemal burada, güreş, futbol, eskrim, gülle atma sporlarını bir biri ardına takip ediyordu. İşte gene böyle bir gündü. Beşiktaş jimnastik hocalarından Ahmet Fetgeri, güreş, Yüzbaşı Fuat da eskrim derslerini vermişlerdi. Mustafa Kemal onlara döndü, “Evime buyurunuz beyler” dedi. İki zabit jimnastik hocası, Mustafa Kemal’in sunduğu çayları yudumlarken, O şu konuşmayı yaptı:
“Efendiler,
Sizlerin ve sporcularınızın ciddi çalışmalarını, çeviklik, maharetlerini uzun zamandan beri büyük bir zevkle ayrıca dikkatle izliyorum.
Spordan yoksun olan bir gençlik, nasıl ki vatan müdafası sırasında etkili olamıyorsa, insan denen varlığın kafa yapısı da ne derece tekamül ederse etsin, bedeni inkişafı noksan ve yetersiz olursa, o vücut o kafayı ileriye götüremez, taşıyamaz.
Bugün bünyemizde toplayıp ilmi metodlarla yetiştirmeye çalıştığımız bu gençler, tam anlamda bedenen ve fikren geliştikleri zaman vatan müdafasında, ilmi sahalarda olduğu gibi spor alanlarında da Avrupalı hasımlarına Türk’ün ölmez gücünü ispat edeceklerdir. Sizi candan kutlar, başarılarınızı her zaman duymak isterim.”
Samsun’a çıkarken, Beşiktaş Kulübü’ne veda etti
... 16 Mayıs 1919 günü Şişli’deki evinden erken uyandı. Samsun’a yola çıkacak olan Mustafa Kemal öğle yemeğinden sonra, yanına validesi Zübeyde Hanımefendi ile yaveri Cevat Abbas beyi aldı. Akaretler caddesindeki evine geldi. Şişli’deki pansiyon olarak tuttuğu evde otururken, Beşiktaş’daki evinde de kiracı olmaya devam etti. Bitişiğindeki Beşiktaş Kulübü’nün hocaları, sporcuları ve Zabit arkadaşları Mustafa Kemal Paşa’yı uğurlamak üzere kapısının önüne yığıldılar.
Paşa, “Validem Hanımefendi’yi sizlere bir kez daha emanet ediyorum. Gözüm arkada kalmasın” dedi.
Mustafa Kemal Paşa son kez, annesinin elini sokak kapısında öpüp ona sarılırken, Beşiktaşlılar haykırıyordu;
“Kalbimiz seninle Paşam. Bizi unutmayınız”
Mustafa Kemal Paşa otosundan: “Mutlaka... Mutlaka” diyerek el sallıyordu.
Zübeyde Hanım: “Paşa Hazretleri beni Kulübü’ne emanet etti...”
Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkışından günler sonraydı...
Zübeyde Hanımefendi’nin Beşiktaş Akaretler Caddesindeki evinin kapısını iki genç hanımefendi çaldı. Kapıyı Zübeyde Hanım açtı. Onları görünce sevinçle içeri buyur etti.
Bu iki genç hanıma kendi eliyle pişirdiği kahveleri ikram ederken ilk sözü, misafirlerinden daha yaşlı olanı aldı:
“Ziyaretimize hem sizin ellerinizi öpmek, hem de bir ihtiyacınız olup olmadığını sormak için geldik” dedi.
Zübeyde Hanım teşekkürle şu cevabı verdi:
“Paşa Hazretleri Anadolu’ya gittikten sonra sağolsunlar komşumuz Beşiktaşlılar hergün kapımı çalarak – Valide Hanım bir arzunuz, bizlere bir emriniz var mı?- diye sordular. Bana Paşa Hazretleri’ni hatırlatıyorlar. Onları çok seviyorum. İyi ki Selanik’ten doğruca buraya gelmişim. Paşa Hazretleri her zaman olduğu gibi bu defada cepheye giderken beni kulübüne emanet etti.”
Zübeyde Hanımefendi’nin iki misafirinden büyük olanı Muallime Şekibe Hanım’dı. Eşi Kurmay Albay Galatalı Şevket Bey tutukluydu. Zübeyde Hanım’ın ikinci misafiri Şekibe Hanım’ın kızkardeşi Muallime Adile Hanım’dı. Şekibe Hanım, Kandilli Kız Lisesi’nde Biyoloji muallimesi, kardeşi Adile Hanım ise Kumkapı İlkokulu’nun müdiresiydi. Adile Hanım’ın eşi de, Zübeyde Hanım’ın çok sevdiği Yüzbaşı Necati Bey idi. Bu sırada Necati Bey, Milli Mücadele için Anadolu’ya kaçmıştı. Zübeyde Hanım’ın gözlerinin önüne Selanik’ten kaçışı geldi. Necati Yüzbaşı, Zübeyde Hanım’ı lokomotifin kömürleri arasına saklayarak kışta kıyamette getirmişti.
YÜZBAŞI NECATİ PANKOĞLU Kendisi Fenerbahçe’liydi.. ATA’nın BEŞİKTAŞLI olduğunu ömrü boyunca anlattı
Yüzbaşı Necati Pankoğlu, 1911 yılında Mülazımsani (Üsteğmen) iken Trablusgrap’ta Binbaşı Mustafa Kemal’in yanında İtalyanlar’a karşı savaş açtı. Yüzbaşı Necati 1915 yılı şubat ayı ilk günleri içinde, Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde Hanım’ı Selanik’ten kaçırarak, Akaretler caddesindeki Beşiktaş Kulübü’nün yanındaki eve yerleştirdiğini, hayatı boyunca gururla anlattı.
Fenerbahçeli olan Yüzbaşı Necati Pankoğlu, Komutanı Mustafa Kemal’in 1904-1905 yıllarında Harbiye’de Kurmay Yüzbaşı iken 1903 yılında kurulan Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nü tuttuğunu öğrendi. Yüzbaşı, Mustafa Kemal’in kurucularının subay ve arkadaşları oldukları; eskrim-kılıç, gülle atma, süngü oyunları, güreş sporu yaptıkları için Beşiktaş Kulübü’nü tuttuğunu, her gittiği yerde anlatırdı..
Fenerbahçe Başkanı Dr. İsmet Uluğ’un da bulunduğu Kulüp Başkanları toplantısında karar verildi: “ATATÜRK BEŞİKTAŞLI”
1964 yılı her Pazartesi günü Türkiye Ligi’nin İstanbul Kulüp Başkanları, İstanbulspor’un Mısır hanındaki lokalinde toplanıyordu. Toplantıya katılan kulüp başkanları şöyleydi;
Beşiktaş – Hakkı Yeten
Fenerbahçe – Dr. İsmet Uluğ
Galatasaray – Ulvi Yenal
İstanbulspor – Ali Sohtorik
Vefa- Hayrullah Güvenir
Beykoz – Ziya Sönmez
Feriköy – Dr. Necati Karakaya
Kasımpaşa – Mehmet Gür
Karagümrük – İbrahim Sevin
Beyoğluspor – Napolyon
Dr. İsmet Uluğ’un Atatürk’e silah kaçırması anısından sonra, Kulüp Başkanlar’ı Atatürk’ün hangi Kulübü tuttuğunu tartıştılar. En güzel açıklamayı İstanbulspor Kulübü İkinci Başkanı Enis Pankoğlu yaptı; “Babam Mustafa Kemal’in yanında cephelerde bulunmuş, onun Subayı Yüzbaşı Necati’dir. Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ı Selanik’ten kaçırıp, getiren Yüzbaşı’dır. Mustafa Kemal, Babam ile Derne Cephesi’nde ve Selanik’te bulunurken Beşiktaş’ı tuttuğunu söylemiş. Babam hasta Fenerbahçeli’ydi. Yönetim Kurulu’nda idarecilik yaptı. Fenerbahçe’nin bir tek maçını kaçırmazdı. Bizlere, - Çocuklar ben maçtayken aranızdan biri ölürse, kesinlikle beni çağırmayın. İşinizi imam efendi halletsin – derdi. Babam Fenerbahçeli olmasına rağmen, Atatürk’ün Beşiktaş’a gönülden bağlı olduğunu her yerde söylerdi. Annem Adile Muallime ile teyzem Şekibe Muallime Hanımlar, Mustafa Kemal Samsun’a gittikten sonra, Zübeyde Hanım’ı Beşiktaş’taki evinde ziyaret edip, hatırı ile bir ihtiyacı olup olmadığını sormuşlar. Zübeyde Hanımefendi şu cevabı vermiş: “Sağolsun Paşa Hazretleri’nin Kulübü Beşiktaş’ın idarecileri, her gün gelip hatırımı sorarlar. Hepsini kendi çocuklarım gibi seviyorum. Paşa Hazretleri ne kadar iyi yapmış, beni buraya getirmiş.” Bu konuşmadan sonra Kulüp Başkanları karar verdi:
“ATATÜRK BEŞİKTAŞLI”
Kaynak: Atatürk Beşiktaşlı / Dr. Necati Karakaya
Ulu Önder Atatürk'ün Fotoğrafları