HABERLER

'Haydi Beşiktaşım zirveye'

İkinci Başkanımız Ahmet Nur Çebi, Siyah-Beyaz dünyasını Beşiktaş Dergisi’ne açtı.

Ahmet Nur Çebi, genel yayın yönetmenimiz Serpil Kurtay’ın sorularını içtenlikle yanıtlayarak, A’dan Z’ye her şeyi bu röportajda anlattı.

Öncelikle kendinizden bahsedebilir misiniz?
Babam Trabzon’da demir ticaretiyle uğraşan bir ailenin çocuğuydu. Ben de Trabzon’da doğdum. Daha sonra beş yaşımdayken babamın demir çelik sanayindeki işi nedeniyle Karabük’e göç ettik. Yaklaşık lise sona kadar Karabükte’ydim. Bu süre zarfında ailemizin demir çelik sektöründe büyümesi de  gerçekleşti. Üniversite hayatıma İstanbul’da devam ettim. Üniversitede ekonomi eğitimi aldım. Yurtdışında bu konuda bir buçuk yıl eğitim gördüm. Daha sonra Ağrı Eleşkirt 29. Piyade Alayı’nda yedek subay olarak askerliğimi tamamladım. Dönünce de evlendim ve üç çocuk sahibiyim; Elgiz Nur (24), Mina Nur (19), Yaşar Kaptan (17) isimli üç evladım var. Evlilik hayatımla beraber Kaptan Demir Çelik olarak iş hayatımızda da süratli bir çıkış yakaladık. Babam Yaşar Kaptan Çebi ve kardeşim Tayfun Çebi ile beraber demir çelik sanayiinde, 1964’te Karabük’te babamızın kurduğu haddehaneden (demir çelik üretim tesisi) bir adım öteye geçerek, 1990’da Çorlu’da bir haddehane yatırımı daha yaptık. Bunu takip eden üç sene sonrasında Marmara Ereğlisi’nde bir liman yatırımı gerçekleştirdik. Onun hemen akabinde bu limanın yapımına gerekçe olan asıl büyük yatırımımızı yaptık. 2001’de bir buçuk milyon ton kapasiteli demir çelik izabe tesislerini, 2002’de izabe tesisi ile beraber çalışan bir milyon ton kapasiteli haddehaneyi ve 2005’te de kendi enerjimizi üretebileceğimiz bir elektrik santralini devreye aldık. Bu arada armatörlük ile ilgili büyük yatırımlar yaptık. Ana yatırımlarımız bunlar... 25 ile 50 yaşım arasında bu şekilde yoğun bir iş hayatım oldu.

Spora ilginiz nereden geliyor?
Babam Yaşar Kaptan Çebi aslında çok iyi bir futbolcu. Trabzon Doğanspor’da top oynamış, Trabzonspor’da emeği olan birisi. Babamız aynı zamanda Karabükspor’un kurucusu ve başkanlarından. Futbol hayatının çok içinde olmuş. Kendisinin sürekli yanında bulunduğum için biraz futbolu ve yöneticiliği ondan öğrendim. Sürekli ofisimize futbolcular, antrenörler gelirdi.

Küçük bir erkek çocuğu olarak siz hiç futbolcu olmak istemediniz mi?
Hiç olmadı. Karabük’te insanların gördüğü tek bir şey vardı, okuyup çalışmak... Şimdi vilayet oldu ama o zaman taşra kasabasıydı. Babamızın yanına bir futbolcu geldiği zaman biz gider kapı aralığından bakardık. Maçlara bile bizi çok götürmezdi. Annem de bizi sürekli okumaya teşvik etti. Belki de bu sebepleydi.

Babanızın ilgilendiği kulüpleri de göz önünde bulundurunca sizin nasıl Beşiktaşlı olduğunuzu merak ediyor insan.
Babam taraftar kimliği olan bir kişi değil. Sadece spordan çok hoşlanan bir yapısı var. “Sporla uğraşmak her yaş için çok sağlıklıdır” der, sadece sporcu olarak değil, yönetici ve taraftar olarak da... Beşiktaşlılığıma gelince; Karabük’ün Kartaltepe mahallesinde büyüdüm. Rahmetli Recep Sami Yazıcı, hem akrabam hem de bizim mahallenin abisiydi. Benden 10 yaş büyüktü. Yani biz çocukken o delikanlılık çağındaydı. Bütün mahalleyi o Beşiktaşlı yaptı. Onun olduğu yerde başka bir takımı sevme şansınız yoktu. “Bu mahallede herkes Beşiktaşlı olacak” dediğini, bizlere Siyah-Beyaz formalar dağıttığını hatırlıyorum.

Aslında özellikle küçük bir kasabada yaşayan kişilerin taraftar duygularını beslemek için çok da imkana sahip olmadığı yıllardan konuşuyoruz. Recep Sami Yazıcı formaları nasıl bulmuş?
Lise çağlarında, İstanbul’da eğitim gördü. İstanbul’dan Karabük’e gelirken o da formaları getirir, bizim gibi çocuklara dağıtırdı. Arkasından da “Bu mahallede Beşiktaş’tan başka takım tutulmaz” derdi. Hafızamda kalan nadir cümlelerden biri. Biliyorsunuz kendisi Süleyman Seba döneminde Beşiktaş’a ikinci başkanlık ve yöneticilik de yaptı.

Siz de şu anda ikinci başkansınız...
Rahmetli şu anda sağ olsaydı da, Beşiktaşlı yaptığı çocuklardan birinin büyüyüp onun yolundan ilerleyerek ikinci başkanlık yaptığını görseydi.

Eskiden böyle bir hayaliniz var mıydı?
Daha önce Galata’da ve Kartalspor’da, başkanlık ve yöneticilik yaptım. Üniversite okurken vaktimi boşa geçirmemem için babam Perşembe Pazarı’nda bana bir ofis açtı. Saat 13.00’de okuldan çıkıp ofise geliyordum, demir ticareti yapıyordum. Perşembe Pazarı, Galata’nın bir parçasıdır. Oradaki demir tüccarı abilerimizin isteğiyle Galata kulübünde yöneticiliğe başladım. Kartalspor’a yöneticiliğim de tamamen isminden kaynaklanıyor. O zamanlar Beşiktaş’a yöneticilik gibi bir hayalim yoktu. Çünkü ulaşılması güç bir hayaldi bu.

İlk gittiğiniz Beşiktaş maçı hangisiydi?
1981-82 sezonuydu. Ali Kemal Denizci, Beşiktaş’ta oynuyordu ve sürekli beni maçlara çağırıyordu. Beni ilk Beşiktaş maçına götüren kişi Ali Kemal Denizci’dir. Sezon sonunda 14 yıl aradan sonra şampiyon olmuştuk ama ilk gittiğim maç hangisiydi hatırlamıyorum.

Yöneticilik süreciniz nasıl gelişti?
Fikret Orman ile demir çelik sektöründen kaynaklı ticari dostluğumuz oluştu. Kendisini ben çok sevdim. Onun da beni sevdiğini ve saygı duyduğunu biliyorum. Beşiktaş’ta birlikte çalışmak istediğini söyledi. Benim için zevk ve şeref olduğunu ama ailemin icazetini almam gerektiğini ifade ettim. İşimiz çok geniş ve yoğun olduğu için önce onların icazeti gerekiyordu. Önce babamıza ve ardından kardeşime sordum.

Tepkileri ne oldu?
İkisi de inanılmaz derecede olumlu karşıladı. Tersten bakıp empati yaptığımda ben “Buradaki işler nasıl olacak? Gitme” diyebilirdim. Babamın spora büyük ilgisi halen devam ediyor. Mesela babam beni yanına çağırıyor, iş hakkında bir şey söyleyecek sanıyorum, yine Beşiktaş’la ilgili konuları sormaya başlıyor. Beraber Beşiktaş’ın hazırlık maçını izledik. Samet Hoca, “Yaşar Abi takımı nasıl görüyorsunuz?” diye sorduğunda babam da “Bu takım iş yapar Samet ama önemli olan hırs, hırs, hırs” dedi. Kendisi iş hayatında da çok hırslıdır. Bu hırsının spordan kaynaklandığını düşünüyorum. Bu arada kardeşim de iyi bir Beşiktaşlıdır. Tayfun Çebi, “Beşiktaş çok zor durumda. Abi sen zor durumda olan çok yerde görev yaptın ve faydalı oldun. Burayı düşünme, ben senin eksikliklerini kapatırım” dedi. Kız kardeşim Arzu Efe, yeni olduğu işlerde bile eksikliğimi hissettirmemek için büyük gayret sarf etmektedir. Aslında benim onlardan helallik almam lazım.

Beşiktaş’a yönetici olduktan sonra hayatınız nasıl değişti?
Bütün zamanımı Beşiktaş’a ayırıyorum. Bir kere iş hayatım bitti. Sadece çok önemli bir şeyi benimle paylaşmak istediklerinde görüşüyorlar. Ama onların yükü çok arttı. Benim fabrikalarla işim çok fazlaydı, bu yükü babam aldı. Kendisi 75 yaşında ve sürekli Karabük, Çorlu Marmara Ereğlisi gibi tesislerde. Kardeşim de merkezdeki işlerimi devraldı. Dediğim gibi kendilerinden helallik almak zorundayım. Annem de babamın spor yöneticiliği zamanında ona çok küskün ve kırgın davranırdı. Babama “İşin var, gücün var, bırak sporu” diyen kadıncağız, şimdi sürekli Beşiktaş maçlarını takip ediyor. Yardımcım Ahmet Erim diye bir arkadaşım var, onun görevi maçları, varsa televizyon programlarımı ve gazeteleri Ayten Hanım’a iletmek. Hatta bir maçı söylemeyi unutmuşlar, babam “Beşiktaş’ı seyrettin mi?” diye sorunca annem de beni arayıp, haber vermedik diye kızdı. Topla, futbolla alakası olmayan, bunu yaptığı için kocasına kızan kadın 74 yaşında hasta bir Beşiktaşlı oldu. Bütün apartmandakilere Beşiktaş’ı anlatıyormuş. Hatta maç izlerken zil çalıyorsa kapıyı açmıyormuş (gülüyor).

Peki ya, eşiniz ve çocuklarınız?..
Eşim Berna Hanım, Beşiktaş’ın içinde bulunduğu durumu tam olarak düşünemedi ve “Çok iş odaklısın ve lütfen hayatında başka şeylere de biraz yer ver. Spor yöneticiliği de bunu sana sağlayabilir” dedi. En büyük tepkiyi beklediğim yerden aldığım müsaade bu. Çocuklarıma gelince, onlar da kendilerine ayırdığım zamandan bu kadar çalacağımı düşünmediler. İş yüzünden bugüne kadar ailemi çok ihmal etmiştim ama belki de onlara vakit ayırmaya başlayabileceğim bir süreçte kendimi  Beşiktaş’ta buldum.
Hatta bu arada büyük kızımı evlendirdik ve ben başkasının düğününe katılır gibi kızımın düğününde yer aldım. Ama onlar da iyi birer Beşiktaşlıdırlar. Büyük kızım sürekli internetten neler olduğunu takip edip, taraftarlarla konuşuyor ve bunları bana aktarıyor, eleştirilerde bulunuyor. Babam, annem, kardeşim, eşim çocuklarım ve yeğenlerim sürekli beni Beşiktaş’a doğru itiyor.
Mesela oğlum şu anda Amerika’da yaz okulunda. Geçen gün şöyle bir mesajlaşmamız oldu:
◊ Günaydın, nasılsın oğlum?
◊ Beşiktaş’tan ne haber?
◊ İyi gidiyor...
◊ Transferlerden ne haber?
◊ İki yeni futbolcu transfer ettik.
◊ Parayı nereden buldunuz?
◊ Borç...
◊ Bu borçları kim ödeyecek?
◊ Sen...
◊ Şaka yapma!!!

Siz kendinizi manevi açıdan nasıl hissediyorsunuz?
Beşiktaş çok büyük bir camia. Düşünebiliyor musunuz, 6-7 yaşından 53 yaşına kadar yaklaşık 45-46 yıl bir takımı seviyorsunuz, renklerine aşıksınız ve böyle bir kulübün yönetimine geliyorsunuz. Bu müthiş bir onur. Bu kadar yorucu ve stresli olacağını ben de tahmin etmemiştim ama inanın çok mutluyum. Görev yaptığımız süre içinde Beşiktaş’ı çok iyi yerlere getirmeyi, sorunlarını çözmeyi, belli bir stratejiye oturtmayı planlayarak yola devam edeceğiz. Ben de, arkadaşlarım da bu niyette. Süremiz bittiğinde tekrar göreve gelip gelmeyeceğimiz belli değil ama seçilmemiş olsanız bile görev yapmış bir yönetici olarak, yeni yöneticilere hizmet etmek zorundasınız. Bu benim anayasam. Siz yoksanız gerisi önemli değil mantığı benim dünyamda ve mantalitemde yok.

Hayalinizde nasıl bir Beşiktaş var?
Gelir ve gider bütçelerinin dışına çıkmayan bir Beşiktaş hayal ediyorum. Büyümek istiyorsanız gelirlerinizi de büyütmek zorundasınız. Gelir 10, gider 20 olduğunda aslında Beşiktaş’ı büyütmüyorsunuz, bir balon şişiriyorsunuz. Bu balon bir gün patlıyor. Maalesef bu hastalık, spor camiasında diğer kulüplerde de söz konusu. Beşiktaş’ın içinde bulunduğu durum budur.
Balonu şişirmişsiniz ve bu balon artık patladı. Eğer sportif anlamda çok başarılı olmak istiyorsanız, en emniyetli yol altyapınızdır.

Kendi altyapınızdan yetiştirdiğiniz gençlerle Beşiktaş’ı çok daha ucuz maliyetlerle yüksek başarılara getirebilirsiniz. Benim hayalimdeki Beşiktaş, tamamen ayağını yorganına göre uzatan bir Beşiktaş’tır. Her yerde söylüyorum; bir Beşiktaş yöneticisi başını öne eğerek, sporcusuna ve çalışanına mahcup olmamalıdır. Beşiktaş yöneticisinin kırılan onuru, Beşiktaş’ın kırılan onuru olarak da görülebilir. Yöneticisinin dik durması, Beşiktaş’ın da dik durması anlamına gelir.

Beşiktaş’ın şu anda bu durumda olmasının sizce başka sebepleri var mı?
Eğer bugün Beşiktaş zor durumdaysa, bu tesadüfen olmuş bir şey ve doğal bir afet değildir. Geçmişten kaynaklanan bir durumdur. Şu anda durumumuz iyi olsa bu da geçmiş yönetimlerden kaynaklanacaktı. Böyle baktığınız zaman, Beşiktaş’ın kongre yapısının daha faydalı işleyebilecek tarzda yürümesinden yanayım. Ayrıca kongre üyelerinin, gerçekten Beşiktaş’ı iyi idare edenlerin hakkını vermeyi bilmeli. Çalışan, başarılı olan yöneticinin hakkını vermediğiniz zaman Beşiktaş’a iyi yönetici bulamazsınız. Bu da Beşiktaş’ı karanlık noktalara daha çok yaklaştırır. Bir kulübü büyüten, başarıya getiren aslında taraftar, kongre ve yönetimdir.
Beşiktaş’ın bugünkü başarısızlığının arkasında bunlardan biri veya tamamı yatıyor olabilir. Beşiktaş’ın gelirlerini artırmamız gerekiyor. Taraftarlarımız en azından bir Feda tişörtü, bir forma, bir kombine alarak Beşiktaş’a katkı sağlayabilir. Maçlarda stat ve salonlarımıza gelerek yapacakları olumlu tezahüratlarla takımlarını destekleyebilirler. Takımlar başarılı olduğunda gelirlerinin de arttığını unutmamak lazım. Diğer yandan, Beşiktaş’a zarar verecek tarzda hareket eden ve taraftar olduğunu söyleyen kişilerin Beşiktaşlı olduğuna inanmıyorum ama Beşiktaş’a zarar verecek faaliyetlerde bulunan kişileri, Beşiktaş’ın gerçek taraftarı, camiası düzeltmeli, düzeltemiyorsa da dışlamayı bilmeli. Yöneticilerle ilgili de şunu söylemek istiyorum; her yönetici Beşiktaş için canla başla çalışmak zorundadır.
Yöneticilik, bir zevk ya da hobi yeri değil. Nasıl bir baba olarak ailesini, işini önemsiyorsa Beşiktaş’a gelen yöneticinin burada da aynı şeyi yapması lazım. Beşiktaş yönetimi; Ayasofya Müzesi gibi turistik amaçlı gezilecek bir yer değil. Beşiktaş’ın menfaatlerini koruyacak bir tarzda ciddi emek verilmesi gereken kurumlar olarak görülmelidir. Mevcut yönetici arkadaşlarıma da, bundan sonra gelecek olanlara da tavsiyem budur. Kongre üyeleri de böyle yöneticileri bulmak ve seçmek zorundadır.

Çok özel değilse sizin ve çocuklarınızın ismindeki “Nur”un nereden geldiğini sorabilir miyiz?
Ben dedemin Ahmet ismini taşıyorum. Sonradan kaza geçirdim ama doğduğumda çok güzel bir bebekmişim, her gelen “Yüzü nur gibi” diyormuş. Babaannem de nazar değmesin diye ikinci adımı koymuş. Bu arada sadece benim kızlarımın değil, erkek kardeşimin kızının adı da Sena Nur... Şöyle ki, imanı çok kuvvetli biriyim. Rabbime inanırım, dinimi kendi içimde yaşarım. Bu yapımı ailem çok iyi bildiği için çocukların ismini benim koymamı istediler. Kulaklarına ezan okuduktan sonra, onların istedikleri ismin yanında hep “Nur”u da ekledim.

Peki, Beşiktaş’a da “nur” gelecek mi?
Beşiktaş’ı bir tren gibi düşünelim. Beşiktaş, raydan çıkmıştı ve biz onu tekrar rayların üzerine oturttuk. Hızımız yavaş, çünkü yükümüz çok ağır. Yükümüzü boşalttıkça tren daha da hızlanarak o ışığa doğru gidecek. Beşiktaş camiası şunu bilmeli, evet, çok sıkıntı var ama her geçen gün bu sıkıntıları çözerek yola devam ediyoruz. Politikamız, yeni sorun eklenmeyecek, var olan sorunlar çözülecek.

Son olarak Beşiktaşlılar’a nasıl bir mesaj vermek istersiniz?
Kongre, taraftar, yönetim, sporcular el ele, haydi Beşiktaşım zirveye... Kartallar yüksek uçar.

Teşekkür ederim.