İkinci Başkanımız Ahmet Nur Çebi, BJK TV Genel Müdür Yardımcısı Cihangir Gökdoğan’ın sunduğu Beşiktaş’ın Akilleri programının konuğu oldu.
İkinci Başkanımız Ahmet Nur Çebi’nin konuşması şöyle:“Günümün yirmi dört saatini üçe bölersek üçte ikisi Beşiktaş, geriye kalan uyku ve aile. Her gün on iki saat Beşiktaş var hayatımda. Kafamda ve uğraşlarımın içinde sabah dokuzdan başlayıp gece dokuza ona kadar süren bir Beşiktaşımız var. Ben normal işimde yorulduğum zaman kaçar dinlenirdim ama Beşiktaş’ta böyle bir şans bulamadım çünkü iş hayatımızda bir süreklilik var ama tabii Beşiktaş’ta bu bir görev. Asker ocağı gibi düşünün, bir gün bir şekilde bitecek gibi düşünüyorum, nasılsa görev süresini bizden sonra başkası alacak; biz de bu süre içinde verebileceğimizin en fazlasını verelim diye mücadele ediyoruz. Beşiktaş camiası tarafından onore edilip sevilmek alabileceğimiz en büyük mükafat ve tabii ki başarılar da ayrı bir keyif. Bizi ayakta tutan, camianın bize ihtiyaç duyduğunu hissetmek ve bunun sonunda da sevilmek ve sayılmak bize yeterli, bundan daha büyük mükafat olamaz.
Futbol çok ayrı bir dünya, tabii diğer branşlarımız da var; basketbol da ayrı dünya. Taraftarlık bazen fanatizme kadar gidebiliyor. Bu süreç içerisinde fanatik olan rakip takımların taraftarının da bize saygı duyabilmesinin bir sebebi olması lazım. Ben şu an taraftar değilim, Beşiktaş yöneticisiyim. Dolayısıyla camiamı en iyi şekilde temsil etmem, diğer tarafların da bize saygı duymasını sağlayarak olabilir. Ben bunu yapmazsam camiama hizmet etmiş olmam. Taraftarlığım zamanında diğer tarafları bu kadar yumuşak karşılamayabilirim, rakip olarak görebilirim ama ben şu anda yöneticilik yapıyorum. Yöneticilik yaparken fanatizmden uzak durmam gerektiğini biliyorum; bazen içim kıpraşıyor ama onu bastırmayı bilmek lazım çünkü ben ne kadar saygı görürsem camiamda o kadar saygı görüyor olacak, bu da benim için önemli.”
“Bir camiada keyif alabilmenin bana göre en güzel tarafı taraftar olmak. Taraftarlık ilelebet var ama yöneticilik belli bir süre için var. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşısınız ama görev verildiği zaman vatana olan borcunuzu ödemek için asker ocağına gidip görevinizi yapıyorsunuz. Ben de Beşiktaş taraftarıyım ama aynı asker ocağı gibi geldim; taraftar gibi değil, yönetici olarak geldim ama tekrar taraftarlığa döneceğim. Aynı askerlik gibi düşünün; askerlik bitince tekrar normal hayatınıza dönüyorsunuz. Yani aslında benim normal Beşiktaşlılığım taraftarlılığımdır. Ben Beşiktaş camiasını, futbol ve basketbol ve diğer branşları takımını destekleyen bir taraftarım; bu bir kesit benim hayatımda ve olaya böyle bakıyorum. İşin en keyifli tarafı taraftar olmak, taraftarlar başarılardan keyif alır ama tabii onlar da cefa çekiyor. Bakıyorsunuz deplasmanlara geliyorlar. Kendini parçalayan, feda eden taraftarımız da var ama sonuç itibariyle ne olursa olsun onlar saha skoru bittiğinde eğer mutlu bir sonuç almışlarsa otobüse binip eve gidip kafayı yastığa koyduklarında huzur içerisinde keyfini çıkarıyorlar ama bizde öyle değil.”
Kurumsallık çok önemli birşey, ben burada şirketlerimizi kurumsallıkla idare ediyorum. Paylaşmak, iletişim, sormak, araştırmak ve bunları bir düzen, bir sistem içerisinde yapmak ve o prensiplere bağlı kalmak. Ben bunları kendi kurumumda yaşadım. Sayın başkanımız Fikret Orman ve diğer yönetici arkadaşlarımız; Erdal Torunoğulları olsun, Metin Albayrak olsun, şimdi aklıma gelmeyenler, tabii bazı arkadaşlarımız statla ilgileniyorlar. Bu işin futbol ayağında daha çok araştırmacılık var, takipçilik var. Sayın başkan diyor ya ‘Ben Aras’ı iki yıldan beri takip ediyorum ve istiyorum’, işte aslında sizin sorunuzun cevabı bu. Herkesin kendine göre becerileri var, şimdi ben bir futbolcunun ne kadar iyi olup olmadığını bilemem ama bunu daha iyi anlayan profesyonellerimiz var. O profesyonellerin yanında yönetici arkadaşlarımızdan, bizden daha iyi anlayanlar var. Onların verdiği emekleri burda yadsımamak lazım, katkıları çok fazla, özellikle başkan bu konuda çok gayret içerisinde. Bizim de olabildiğimiz yerler belli; parasını şöyle az yapabilir miyiz, menajerlerle pazarlık edebilir miyiz, kontrat sürelerini şöyle tutsak, sonlarına bir opsiyon koysak; herkes bir şey veriyor yani tek başına bir şeyin olmuşluğu söz konusu değil, biz bunu başardık. Biz bir ekip olduk ve profesyonel arkadaşlarımızın verdiği katkıları önemser ve değer verir halde çalışıyoruz. Başka kulüplerde bu, bir veya iki kişinin ağzında olabilir. Yani başkan da biz de birbirimizle telefonda veya yüzyüze diyalog halindeyiz. Birbirimizi etkilediğimiz de oluyor, bazen enteresan bir şekilde ‘Ağabey niye istiyorsun’ diyor sayın başkan bana, ‘Başkan bilmiyorum ısınmadım, içimde öyle bir his var’ diyorum. ‘niye olmasın’ dediğinde, ‘hislerimle hareket ediyorum sakın yanlış anlama, teknik anlamda tamamsan beni çok da kaale alma’ diyorum, ‘anlıyorum ağabey’ diyor ama onu da kaale alıyor, almak da lazım çünkü illa herşey teknik değil, duygular da önemlidir. Çoğunlukla da hissettiklerim tuttu. İyi, vicdanlı, adaletli, dürüst insanlara Allah her zaman yardım eder, benim böyle bir inancım var. Nasıl yardım eder; parmağıyla size yol göstermez, duygularınızı ve hislerinizi etkileyerek size yol gösterir. Ben ona çok inanıyorum o yüzden duygularım önemli çünkü ben hep vicdanlı ve adaletli oldum o’da bana yardım edecek diyebiliyorum.”
“Tamamen içimden gelerek söylüyorum, Slaven Bilic’in de Samet hoca’nın da her kim geldiyse bu kulübe katkısı olduğunu kabul ediyorum. Ne olursa olsun ben Türkçe konuşuyorum, bu benim şahsi görüşüm yani ben bunun doğruluğunu iddia etmiyorum, mesela ben Slaven Bilic’i çok sevip saymama rağmen aynı dili konuşamıyoruz; birbirimize karşı duygularımız, hislerimizi, içinde yaşadığımız sıkıntıları aktaramamış olabiliriz. Şenol hocada bunu görmüyorum, neden, Türkçe konuşuyoruz, birbirimizin duygularını daha iyi anlıyoruz, hatta ikimiz de Trabzonluyuz. Sanki iletişim konusunda onu daha iyi anlayabildiğimi, onun beni daha iyi anlayabildiğini düşünüyorum. Geçen sene hakem hataları, açık açık söylemek zorundayım, belimizi büktü, şanssızlık belimizi büktü. Özellikle Gökhan Töre kardeşimizin son dönemlerde sakatlık geçirmesi gibi süreçler bizi çok olumsuz etkiledi. Söyleyebileceğim şu ki, dünden bugüne tek fark duygu anlamında ve dil anlamında iyi anlaşabildiğim bir hoca var, bu sene onun için daha pozitif bakıyorum. Geçen sene, futbolcularımızda son zamanlarda hakem hatalarının ve şanssızlığın getirdiği bir demotivasyon oluştu; hem şanssızlık hem hakem hataları son iki ayda takımın motivasyonunun bittiğini hissediyorum. Hani mesela diyorlar ki ‘Slaven Bilic İngiltere ile anlaşmıştı onun için bıraktı’, ben buna inanmıyorum, Slaven Bilic böyle bir hoca değildi, o da buradan şampiyon olup gitmek istiyordu. Ben bu cümleleri niye kuruyorum çünkü kamuoyunda böyle cümleler kuruldu. Bunların doğru olmadığını söyleyebilirim çünkü Slaven hoca ile burda yollarımızı ayırırken kendisinin şok olduğunu, üzüldüğünü, ‘keşke kalabilseydim ama sizi de iyi anlıyorum’ dediğini biliyorum. İngiltere ile o arada görüşmüş olabilirler ama el sıkışıp anlaşmadıklarından yüzde yüz eminim. Bizim geldiğimiz dönemde ilk defa Tamer Kıran kardeşimizin futbol şube başkanlığı yaptığı bir süreç var, Allah ondan razı olsun, o dönem çok büyük bütçe sıkıntısı vardı, şimdiki bütçenin belki yarısından daha aşağıdaydı, o süreçte bile biz bugünkü iskeleti oluşturmaya başlamıştık. Tabii ki o iskeletin birinci senesinde bir kısmı oluştu, ikinci senesinde diğer kısmı oluştu, üçüncüsünde diğer kısmı oluştu. Şenol hoca’ya iskeleti daha da oluşmuş bir takım geldi; bu birincisi. İkincisi, bizler yönetici olarak da transferlerde çok bilinçlendik. Şenol hoca’nın getirdiği başka birşey oluştu, tabii bunlar açıksözlülükle konuştuğumuz şeyler, Beşiktaş camiasının da bunları bilmesinde bir sakınca yok, Slaven Bilic hangi futbolcu iyiyse onunla oynamayı tercih ediyordu. Şenol hocamız ise iyi olanla oynamayı tercih ederken, onun olmayacağı dönemde de iyi olmayanı da iyi hazırlayarak geliyor. Bana göre burada hocanın çok büyük bir başarısı var. Mesela Oğuzhan’ın gelişimine bir bakın, Kerim Frei’nin gelişimine bakın; yani gelişmeye açık olanları bir: tespit edebiliyor. İki: yolunu yordamını bilip onlara bu gücü ve imkanı kazandırıp sahada çocukları oynatabiliyor. Bana göre hocanın bir öğretmenlik tarafı da var; tatlı sert bir tarafı var, öyle çok sırnaşıklıktan hoşlanan biri değil. Yani ‘evet ben seni seviyorum ama haddini de bil; gerekiyorsa da seni yok sayarım, cezanı da vermesini bilirim’ şeklinde olan insanlar başarıya ekibiyle beraber gidebilir. Şenol hocanın o öğretmenlik eğitimi ve tarzı, hep dağın arkasını planlaması var. Hoca mevcut onbirde oynamıyor, diğer onbiri de ilk onbir gibi hazırlıyor ve oynatmaya hazır bir şekilde hareket ediyor.”
“Bir defa kaleci konusuna bir netlik getirelim: Tolga iyi bir kaleci, günay iyi bir kaleci; daha da iyi olacak. Biz kaleci transferini ‘’kalecilerimiz iyi değiller dolayısıyla kaleci almamız gerekir’’ diye yapmadık. Bakın burada bir önemli nokta var. Bizim üç tane kalecimiz olması gerekiyor, Şenol hoca da bunu sürekli vurguladı. Tolga’nın sakatlığında oynaması gerek biri var e bunu da alırken dedikki yani ikisi de bir numara olsun hangisi rekabet içerisinde iyi ise... Çünkü ikisine de ihtiyaç duyulacak. Böyle bir şansınız yok yani bir tane bir numaralı olsun bir tane de iki numaralı kalecimiz olsun; böyle bir şey yok.ikisini de aslında biz bir numara olarak görüyoruz ve Boyko’yu da alırken bir numara almamız gerektiğini düşündük. Dolayısı ile bundan sonra artık kale Tolga, Boyko ve Günay’a aittir. Günay tabi daha çok genç, ileride çok iyi bir kaleci olacağını biliyorum. Onu da Mersin İdmanyurdu’na kiraya verdiğimizde geldiğinde çok tatlı sert sürecim oldu onunla, biraz hırpaladım onu ama şimdi o beni seviyor yani o gün bana kızmış olabilir ama olsun. Mühim olan sonu, Beşiktaş artı tabi Günay. Ben önemli değilim, onların daha genç futbol hayatları var. Ben inanıyorumki Boyko ve Tolga Beşiktaş’a yakışır iki kaleci olmuşlardır. İkisinin rekabetinin Beşiktaş’a çok pozitif yansıyacağını düşünüyorum. Boyko da Ümraniye’de geldi odama ziyaret etti, sohbet ettik yani o da maşallahı var hakikaten iyi bir kaleci almışız yani. Karakteri de çok iyi, çok muhlis, gözleri gülüyor falan. Bir insanın gözüne baktığınızda zaten ondaki enerjiyi de, yufka yürekliliği de bağlılığı da her şeyi aslında gözleri baktığınızda görebiliyorsunuz. Dolayısı ile Boyko bence oturdu yani inşallah tabi bizi mahçup etmez. Alexis, burada bir kaç alternatifler üzerinde biz çalıştığımız için dolayısıyla bir başkası vardı, bu vardı, Beşiktaş’ın şartları da maddi anlamda göz önünde bulundurularak Alexis’e karar verildi.onunla da dün sohbet ettim o da çok pürneşe bir çocuk. Dolayısıyla stoper bölgesine ihtiyacımız vardı. Ersan ile beraber onun da çekişip çok iyi bir katkı vereceğine inanıyorum. İkisi pozitif. Aras’ı ben çok iyi bilmiyorum, sayın başkan kendisini takip ettiğini söyledi. Zaten o bir proje bazında düşünülmüştür. Çünkü yarın bir gün transfer dönemi geldiğinde artık Beşiktaş futbolcu satıcak, o eski günler yok satacağız. İşte Demba’nın satışı, Atınç’ın satışının Beşiktaş’a getirdiği katkılar ortada.yani artık futbol kulüplerini biraz ticarethane gibi de görmemiz lazım. Bu işin iki bacağı var biri duygusal, sportif başarılar ve duygusallıktan bir tarafta da bunun ekonomisi var. Dolayısıyla seneye herhangi bir futbolcumuzun, biz onları az buçuk görebiliyoruz şimdi isimlerini söylemek istemiyorum burda. Onların Beşiktaş’a çok büyük maddi katkılar vererek ayrılıcaklarını da düşünerek bir planlama bu günden yapmak zorundayız. Bulduğunuz zaman onu biz seneye yaparız değil. Onu hesaplı bulduysanız hemen alıp kenara koyucaksınız ki yarın satış yapacağınız futbolcularınızdan birini gönderirken alayım da satayım olmuyor. Hazırda beklemesinin katkısı çok daha fazla oluyor. Onun için Aras’ı da öyle değerlendiriyoruz. Gomez yani o da Beşiktaş’a harika yakıştı, sonuçları iyi , iyi futbolcu. Andreas Beck , mükemmel bir çocuk yani anormal derecede çok sevdiklerimden bir tanesi. Rhodolfo, inanın yani yanyana olduğunuzda , baktığınızda yani bu çocuklar hakikaten beşiktaş için yaratılmış gibi hissediyorsunuz.dolayısıyla daha evvelki kerim frei’mız gelişecek, Gökhan Töre’yi aldık takıma kazandırdık onun katkıları olacak. Yani şöyle baktığınızda aslında çok güzel bir futbol takımımız var.”
“Doğru değil mi? Siz de aynısını görüyor musunuz? Herkes de onu söylüyor. Mesela dün Şansal bey falan biliyorsunuz camianın, futbol dünyasının içindedir. Akşam beraber yemek yiyoruz, komşuyuz beraber, sohbet ediyoruz. Diyor patron müthiş, ya ağabey diyorum Fenerbahçelisin biliyorum, biraz da çatlıyorsunuz, kıskanıyorsunuz falan bizi diyorum böyle esprili falan hakikaten kabul ediyorlar. Benim siteden komşularımın çoğu da Fenerbahçeli, içlerinde tek Beşiktaşlı benim. Ben meydan okuyorum onlara, tabi bu transferlerde böyle ilk defa yüzüm gülerek masada artık heyt ya biz de burdayız, ne oluyorsunuz, kimsiniz? gibi espriler yapar hale geldik.”
“Maçların ertelenmesi konusunda yani, bunun bizde yaratacağı tek şey şudur; kafamız karışıyor. Ben bunu bir moral bozukluğu olarak görmüyorum ama kafalarımız meşgul oluyor. Yani en azından 17 maçımız kalmıştı iki tanesini de kafamızdan çıkartıp 17 tane maça odaklanacakken biz hala 17 maça odaklanmak zorunda kaldık. Çünkü halen onlar önümüzde duruyor. Tabi bunların oynanacağı tarihler de önemli yani sürekli olarak size bir yük olarak çünkü iki haftadır oynamıyorsunuz, o iki haftayı sonra alıp getireceksiniz iki tane birer haftanın arasına yayacaksınız. Yani üçer günde bir maç oynamak zorunda kalacaksınız. Bunlar kafa karıştırıyor mu? Karıştırıyor tabi ama futbolcular da aslında bir an evvel oynamak istiyorlar. Mesela Gomez ile otelde karşılaştığımızda hava çok güzel inşallah çıkar oynarız falan derken ben de camdan dışarı baktım bana mı diyor, ne diyor? Lapa lapa kar yağıyordu. Yani tabi şu anda iki maçı da oynasaydık almış olacaktık, öyle düşünüyorum. Altı puan koyduğunuzda, kağıtta, gazetede, okuduğunuz yerlerde lider olarak kalacaktınız. Ama bazen yani Kur’an-ı Kerim’de bir cümle vardır hangi şeri hayrına verdiğimi nereden bilirsiniz? Bazen size kötü olarak gördüğünüz şey aslında ileride sizin için belki ben hayırlısını size verdim gibi. Ben biraz ona da sığınıyorum. Evet havalar çok kötüydü. Mersin maçında geldik, kar bizi bir buldu, bir saat ara ile yakalandık yani iki saat, bir saat evvel maç başlasa belki de bu gün Mersin İdmanyurdu planlamamız içerisinde, kafa karışıklığımızın içerisinde olmayacaktı. Geldi, o günden sonra bakıyorum Karabük’e gittim takım ile. Bolu dağı, Esentepe; bütün kar içerisinde bu çocuklar yolculuk ettiler. Dönerken aynı şekilde geldiler. Evet sahada yoktu ama Karabük’te de etrafımız kar kıştı, yağıyordu. O gün de sabaha kadar Karabük’te, Safranbolu’da kar yağdı. Bıraktık, oradan geldik Trabzon’a gittik aynısı. Şimdi ondan da vazgeçtik İstanbul’a dün geldik buraya da karı getirdik yani kar buraya da geldi. Hatta Şenol hocaya da dedim ki hocam şimdi Kenya’ya gitsek herhalde karı orada da yağdıracağız dedim. Neyse kar ve yağmur berekettir. Hayır vardır diyelim. Tabiki zorlanacağız; ama bunlara bizim hazır olmamız lazım. Kafa karışıklığından başka bir şey olduğunu sanmıyorum. Aklımızda kalacak sadece. Bence başka bir sıkıntı yok.”
“Bir defa evsiz barksız olmak çok zor bir şey. Yani bu stada ilk kepçeyi vurduğumuzda hatırlıyorum hatta kepçenin içinde ben de vardım. O gün hakikaten Fikret Orman’ı sayın başkanı cesareti açısından tebrik etmek lazım. Kolay değildi onu yapmak. O bir öncülük yaptı o işe. Bu konuda öncülüğünden dolayı öncelikle ona çok teşekkür etmek lazım. Daha sonra, ama iki yıl boyunca rakiplerimiz işte Galatasaray, Fenerbahçe gibi büyük camiaların stadlarında oynama isteğimiz, misafir olma isteğimizin onlar tarafından reddedilmesi benim spor yöneticiliğimde hayatım boyunca unutmayacağım bir hadise olarak kalacaktır. Yani stadımızın olmamasının bizim için dezavantaj olduğunu, rakiplerimizi bilerek ve bunun arkasına sığınarak bu yol ile kendi şampiyonluklarını yapabilmek gibi arzu içerisinde olmalarını halen anlayabilmiş değilim. Yani bu ne hırstır, bu nasıl bir dünyadır ki bizi misafir etmediler. Hakikaten içimin acıdığı en önemli olaylardan bir tanesi budur.yazık etmişlerdir, doğru etmemişlerdir, bir laf vardır, bu gün bana yarın sana... Ben bunu unutmayacağım. Hatta bazılarının verir gibi yapıp da vermeyip, bizleri oyalayıp, bizleri planlama açısından beri bile günlerce meşgul etmiş olmalarını da buradan tenkit ediyorum. Aslında vermeye niyeti yok ama ne demek vereceğiz, yönetime soruyoruz, işte o verirse biz vereceğiz falan gibi söylemler akla zarar şeyler. Bunlar yöneticilerin yapmaması gereken şeyler. Dolayısıyla hem onların vermemelerinin acısını yaşadık hem de onun zorluklarını yaşadık. Düşünün ki bir yönetim kurulu toplantısı yapıyoruz hep gündemimizde bu hafta nerede oynayacağız? Düşünebiliyor musunuz, Beşiktaş’ın bir sürü sorunu var ama öncelik hep bu oldu.belki o toplantıdaki beş altı saatin bir saatini iki saatini bu konularımız aldı. Başakşehir şu anda bize bu kapılarını açtı. Geçen sene açamadı. Az açtı, çünkü stadları yeniydi. Kendi ısıtma sistemleri gibi gibi mazeretleri vardı. Bu sene aştılar. İnşallah misafirliğimizi çok çabuk orada bitirir çıkarız. Onlara da buradan teşekkür ediyorum. Bunun seyircimizi etkilediği kesin, taraftarımızın sayısını etkilediği kesin taraftarın genelinin de motivasyonunu etkilediği kesin. Dolayısıyla bizlerin de motivasyonunu kötü, negatif yönde etkilediği kesin. Futbolcumuzun da, teknik kadromuzun da motivasyonunu malesef kendi evimizde olmamanın hatta çok da uzak bir yere gitmenin, çünkü siz eskort ile gidebilirsiniz yarım saat 45 dakikada ama benim taraftarım oraya iki saatte gelip iki saatte dönüyor. Yani Beşiktaş aşkı olmasa oraya kimseyi getiremezsiniz. Eğer bizim stadımız Vodafone Arena daha önce bitmiş olsaydı, hazır olsaydı biz geldiğimizde inanın belki de iki tane şampiyonluğumuz şu anda bitmişti. Onun da negatif etkisi olduğunu burada söylemek zorundayım. Bu sene inşallah o negatifliği görmedik. İnşallah da Allah bize görmeyi nasip etmez şampiyon olana kadar. Gelelim Vodafone Arena’ya. Vodafone Arena’nın kepçeyle vurup o ilk yıktığımız tarihten sonra tabi çok büyük mücadeleler verildi. İhale komisyonluğu başkanlığı yaptım bir yıl boyunca orada stadın parça işlerinin orada son derece hassas davrandık. Kimler ihaleye girdiyse onların içerisinde en ucuz verene işi vermeyi çalıştık, verdik. Hatta ve hatta yanımda ihale komisyonundaki arkadaşlarım vardı bana gülüyorlardı. Adam ihaleyi almış görüyorsunuz adama diyordum ki kaybettiniz üzgünüm diyordum adam çıkıyordu, geri geliyordu tekrar, istiyorsan son bir kere indirim yap falan, böyle bir şey için mi zaman aldın? Biraz daha yapsak olur mu falan, sen biraz daha yap falan. Biz bitmiş pazarlıkların üzerinden milyonlarca tl adamları aldıkları yerlerde şimdi söylüyoruz onları işleri bitti diye. Yani fiyat indirttik. Dolayısıyla o konuda benim gönlüm, o süreçte çok rahat. Ondan sonraki ihaleleri zaten sayın Fikret Orman satın alma usülü hızlanmak adına yürüttü. İncik, boncuk işlerdi çünkü her biri binlerce kalem. Onlara ihale yapmaya ne can ne zaman yeterdi. Çünkü ihaleye hazırlanmanız, etmeniz, keşifleri yapmanız falan bunlar zaten bir ay zaman alıyor. Üç beş tane büyük işleri orada yapmış olmamız eyvallah ama ondan sonra yapılacak olan süreci de ihale süreci de getirilebilir miydi , getirilebilirdi ama stad daha gecikirdi. Zannediyorum satılan bu komisyondaki arkadaşlarımız da aynı hassasiyeti gösterdiler ve işin sonuna doğru geliyoruz. Zaten stad ortaya çıktı. Hava şartları etkiliyor mu etkiliyor. Bir kazamız oldu orada oldu mu oldu. Hatta bir de şehitimiz oldu geçen Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun, inşallah oradan yukarıdan o stad açıldığında o da bize bakar da diyorum içimden. Ancak bu sene içerisinde bizim orada benim istediğim en kötü bir maç oynamak ama tabiki hedef ve planlarımız içerisinde üç beş maç oynamak var. Ama diyorum ki inşallah olur da bir aksaklık olur ise inşallah son bir tanesini bari orada aksaklık olsa dahi yakalayabilelim diye düşünüyorum. Camia tahmin ediyorum orada daha mutlu olacaktır. Çarşıdan yürüyerek gelecekler, motor ile gelecekler. Bana göre Türkiye’de ve dünyadaki stadların içerisinde belki de bir numaralı kalite olarak yer olarak bir stadımız var, artık bizim evimiz orası yani bütün Beşiktaşlıların evi orası; çünkü her zaman kapıyı çalıp girip oturabilecekleri bir koltuk bulacaklardır, istedikleri takdirde. Kabataş, Beşiktaş adam Kadıköy’den biniyor, geliyor, Taksim’den yürüyerek iniyor, Beşiktaş köyiçinden geliyor, Nişantaşı’ndan aşağı iniyor yani böyle bir stad yok. Dolayısıyla rakipler çatlasın bizler de inşallah keyfini çıkaracağız.”
“Sevgimizin hiçbir zaman değişeceğini zannetmiyorum. Aldığımız keyif açısından ben açıkça itiraf ediyorum. Bana yöneticilik döneminde mi keyiflisin, yoksa ikinci başkanlık döneminde mi keyiflisin, yoksa taraftar olarak mı keyiflisin diye sorarsan net açık taraftar tarafı çok daha keyifli. Yani ben Beşiktaş taraftarının yapacağıı şey belli. Formasını alıyor mu? Çocuklarına da alıyor mu? Onları beşiktaşlı yapıyor mu? Onların sevgisini yeşertecek şekilde sulayabiliyor mu? Buna eşleri de dahil. Ben hanımefendileri de statlarda görmek istiyorum. Hanımefendiler ve çocuklar küfürün ve kötü tezahüratın olduğu yerde barınamazlar. Bunlarda bizim çiçeklerimiz. Bunları burdan uzaklaştırmayın. Artık takımı daha motive edici tezahüratlara eyvallah ama aile ve çocuk ile eşlerin oraya engel olabilecek kötü tezahürata da hayır. Bir defa buna artık yeni statta yeni bir sayfa açalım. Çocuklarımızın ve eşlerimizin orada oturup kalkabileceği bir atmosfer yaratalım. Bunun olabilmesi için de kötü tezahürat yok. İyi tezahürat var şeklinde bir sloganla yola devam edelim. Bu işin önemli bir kısmı. Taraftar olmak hakikaten keyifli. Biz yöneticilik yapıyoruz. Ben bunu vazife olarak gördüm. Çok acı çektiğim günler oldu. Çok üzüntü çektiğim günler oldu. Camiadaki tabi ki taraftarın bilmeyeceği binlerce olay yaşıyoruz, yaşandı.
“Bugün bakıyorsunuz Galatasaray, Fenerbahçe gibi diğer takımlara. Hep bize kızdılar. Feda dönemi diye bir dönemden geçtik. Hep kızdılar. Ama eğer biz bugün gazetelerde diğer takımlar için yazılan, UEFA kriterleri, yasaklar bugün başımıza gelmediyse o günün başarısıdır bu. O gün onu çektiğimiz içindir. Onu o gün çekmeyenler bir gün çekecekler. Haksız rekabetler oluyor. Bizler Beşiktaş’ı ayağa kaldırabilmek için 20 milyon euro’luk bir takım yapıyoruz ve şampiyon olamıyoruz. Onlar 50 – 60 euroyla takım yapıyorlar ve şampiyon oluyorlar. Yok böyle bir çiftlik. Zamanı geldiğinde siz de onu yaşayacaksınız ve haksız rekabet oluyor. Zaten UEFA’nın da, Avrupa’nın da, dünyanın da futbola getirmek istediği mali kriterinin arkasında yatan asıl neden bu. Bizim maddi anlamda borcumuz onları ilgilendirmiyor. Ama haksız rekabet herkesi ilgilendiriyor ve benim 20 harcarken, sen 50 harcıyorsan borçlanarak haksız rekabet yaratıyorsun ve ben ikinci oluyorum, sen birinci oluyorsun. Nasıl oluyorsun? Sen bir şeyi fazla para vererek yapıyorsun, borçlanarak yapıyorsun. Aslında dünyanın vermek istediği mesaj bu. Rekabet şartları eşit olacak. Herkes geliri kadar harcayacak. O zaman yol ne olmalı? Borçlanarak harcamak değil, gelirleri arttırarak olmalı. Bu süreçler artık Türkiye’de futbolu bu hale getirmiş. Süreç sonucunda bizim yaşayacağımız güzel günlere doğru sıkıntı çekerek geldiğimiz zaman, temellerini oturttuğumuz bir Beşiktaş futbol takımı ilelebet kendi gelir ve giderleriyle dönebilecek hale gelmesi lazım. Benim yönetici olarak verebileceğim, yapabileceğim bunları yapmaya çalışmak ve bundan sonra da olacak yönetici arkadaşlara da bu konuda hassas olalım demektir.”
“Camiada herkesin en az benim ikinci başkan olduğum kadar, ikinci başkanlık yapma ve isteme hakkı vardır. Onların da önlerini, yollarını açmak lazım. Dinlenmek lazım, ara vermeyi bilmek lazım. Benim yöneticilik açısından bakışım bu. Ben 5 yaşında Trabzon’dan ayrıldım. Karabük’e gittim. Bizim Kartaltepe mahallemiz vardı. Eski ikinci başkanlarımızdan Recep Sami Yazıcı o tarihte İstanbul’da öğrenciydi. Karabük’e geldiğinde Beşiktaş formalarını milletin önüne atıp, bunu giyeceksiniz, mecbursunuz diyerek bir çok kişiyi Beşiktaşlı yapmıştır. Hatta benim kongre üyeliğimi de o yapmıştı. Karabük camiasına dönüp baktığınız zaman, Beşiktaş taraftarına çok yakındır. Maçlarda bunu hissedersiniz. Karabük işçi ve memur kesiminin ağırlıklı olduğu bir yerdir. Emekçinin olduğu bir yerdir. Beşiktaş’ın tabanına baktığınız zaman emekçiler vardır daha çok. Belki biz Beşiktaş’ın orasını çok sevdik. Beşiktaşlılık çok önemli bir şeydir. Evet şampiyon olmak çok güzel bir şey ancak, Beşiktaşlılık duruşu var. Bunu yapan Beşiktaşlılar var, yapmayan Beşiktaşlılar var. Yapan da, yapmayan da ben Beşiktaşlıyım diyor. Bunu ben görüyorum ve benim için yapan muteberdir, geçerlidir. Her zaman da söylüyorum, yapmayanları da biz dışlamayacağız. Yapan arkadaşlarımız onları da eğiterek yanlarına alacaklar. Ben taraftara her zaman söylerim yanınızda oturan kötü tezahürat yapıyorsa, onu dışlamayın. Onu alıp, kucaklayıp, yapmaması gerektiğini ona anlatın. Ona bunu anlatmazsanız, kızarak bir şey olmaz. Bir sonraki maça geldiğinde, bir başkasının yanına oturup onu yapacaktır. Ama siz onu eğitirseniz, Beşiktaşlılığı ve Beşiktaş’a katkı vermenin ne demek olduğunu, o da başkasını düzeltecektir. Aslıda gayret etmek lazım.”
“Beşiktaşlının haksız ve adaletsiz alınmış bir kupayla mutlu olmayacağını ben biliyorum. Hakkımız olmayan hiçbir şeyi istemeyiz. Böyle bir insani yapı görüyorum Beşiktaş’ta. Çılgın olduklarını görüyorum. Agresif ve vicdanlı olduklarını görüyorum.”
“Mario Gomez, Fikret Orman olurdu. Atiba’yı da bana verin. Ben de güneşte biraz yanarsam Atiba gibi olurum. Fikret Orman hırslı ve azimlidir. Vazgeçmez kolay kolay.”
“Şampiyon olmak için her şey hazır diyelim. Hakemlerin hatalarına inşallah maruz kalmayız. Ne lehte ne de aleyhte. Bir de allah futbol şansı versin. Vurduğun topta direkten döndüğü zaman, başkalarına şans gülerken bize gülmezse olmuyor. İnşallah futbol şansı rakiplerimize güldüğü kadar bize de güler. Hakemler az hata yaptıkları rakiplerimiz kadar, bize de az hata yaparlar. Biz gerekeni yaptık. Yönetim olarak elimizden geleni yaptık. Hocamız da elinden geleni yapıyor. Futbolcularımızın da çok gayretli ve istekli olduklarını biliyorum. Geriye hakemler ve futbol şansı kalıyor. Keşke stadımızda olsaydı. Hakemlere ve şansa rağmen hallederdik ama şu stat bitene kadar az hakem hataları ve bol futbol şansı olsun.”
“Benim babam Karabükspor’un kurucusu. Trabzon’da da futbol oynadı. Babamın yöneticilik yaptığı Karabükspor zamanında çantasını taşıdım, futbola çok uzak biri değilim. O günden beri takip ettiğimde tabi ki çok daha yukarıya doğru gittiğini görüyorum kalite anlamında. Ama ne yazık ki, halen daha dışarda İngiltere’de, Almanya’da, İtalya’da, Arjantin’de, Brezilya’da dünya ülkelerinde oynanan futbolla aramızda fark var. Anlayamadığım şeyler oluyor. Yabancı gelen futbolcu da bize benziyor. Hakemlere sürekli bir itiraz. Ben hiç karar değiştiren hakem görmedim. Bizde hakem düdüğü çaldığında, üzerine bir koşuşturma var futbolcularda. Yabancılarda ilk başlarda olmuyor, sonra onlarda da başlıyor. Bizim futbolumuzda beğenmediğim taraf bu. Hakemleri sürekli olarak düdük çalmak çok mu hoşlarına gidiyor? Bazen diyorum ki çok düdük çalınca çok mu para alıyorlar. Hakemlerin maçı çok kesmelerini, kararlara itiraz eden, onların üzerine yürüyen futbolcuları seyrettiğim zaman keyif almıyorum. Malesef Türkiye’de bu var. Teknik taktik anlamda yabancı hocaların gelip kazandırdıkları var. Yabancı futbolcuların kazandırdıkları var. Stoper arıyorsunuz, bulamıyorsunuz. Kaleci arıyorsunuz, bulamıyorsunuz. 75 milyonluk ülke. Yüzlerce futbol takımı var. Bunların bir de altyapıları var. Nerede? Yok mu bir tane elle tutulur stoper, kaleci. İçeride yok mu? Taramıyor musunuz dediğiniz zaman hakikaten baktık diyorlar ve bulamıyorlar. Ben bu durumu türk futbolu açısından çok vahim buluyorum. Allah sonumuzu hayır etsin. Böyle giderse 24 kişilik kadronun 24’ünü de yabancı mı yaparız 5 – 10 sene sonra diye de bende bir telaş başladı. Atınç’ın gitmesi için onu ikna ettiğim günü hatırlıyorum. Sonra bir ara içim cız etti. Geçen gün gazete de bir okuyorum. Tesisler, Atınç’ın kulağından kan alınıp yorgunluğuna göre eğitilmesi, salondaki aletler, cihazlar. Bu ikinci lig takımı. Federasyonun oturup kendini bir yargılaması lazım. Federasyon binmiş kayığa, gidiyor elamete. Bunu böyle yapmamaları lazım. Federasyonun kulüplere altyapı için ne yaptıklarını sorması gerekiyor. Sahalar, altyapı tesisleri rezalet içerisinde.federasyonun yapması gereken iş, türkiye’deki futbolun nasıl geliştirileceğini, nasıl futbolcu üreteceğini planlamalı ve bunları yaptırtabilecek yaptırımları ortaya koyması gerekiyor. Hiç böyle bir şey yok. Geçtiğimiz günlerde bilgi üniversitesi’nde bir panelde konuşmacı olarak bulundum. Öğrencilerle sohbet etmek çok hoşuma gidiyor. Bir tanesi başkanım Beşiktaş’ı kurtardınız, ayağa kalktı, çok zor günler geçirdiniz, ben Kocaelisporluyum, Kocaeli’nin hali ne olacak, ne tavsiye edersiniz? Dedi. Orada aklıma hemen aklıma şu geldi. Kocaeli birinci lige çıkmak zorunda değil, kısa vadede şampiyon olmak zorunda değil. Kocaelispor borçlardan nasıl kurtulabilir? Sponsor mu bulacak? Hayır, seyircisi belli, oynadığı lig belli. Aklıma gelen şuydu. Böyle takımlara buradan tavsiyede bulunuyorum. Siz futbolcu yetiştirin. Beşiktaş milyonlarca lira para harcıyor altyapıya. Karşılığı sıfır. Çünkü bizim hedefimiz süper ligde şampiyon olmak. O zaman herkes amaçlarını bilecek. Biz şampiyonluğa oynarken altyapıya önem vermiyor olabilirim. Kendimi o konuda affedebilirim. Ama ben Kocaeli’nden futbolcu alabilmeliyim. Onların bu işin temeline inmeleri gerekir. Bir görev dağılımı olması lazım, ligin içerisinde. Bunu yapacak olanda federasyondur. Buradan da tavsiye ediyorum. Bütün anadolu takımlarına. Lütfen sizler bir üst ligde oynayanlara futbolcu yetiştiren altyapıları önemseyin. Borçlarınız azalsın.”