Tarihçe

ŞEREF BEY (1894 – 1933)

 

Ahmet Şerafettin bey (Şeref bey) 1894 yılında Beşiktaş Valide Çeşmesi Dibek sokağında, 14 numaralı evde doğmuştur. Gümrük memurlarından Erzincan’lı Hacı Yusuf zadelerden Mehmet beyin oğludur. 9 yaşında Bediai İrfan Mektebini, 12 yaşında Beşiktaş Mülkiye Rüştiyesi’ni, 15 yaşında da Mercan idadisini bitirerek, iyi derecelerle diploma almıştır.

 

İdadi’den mezun olduktan sonra Fransız mektebine kaydolan Şeref Bey’in yeni mektebinde de düşündüğü tek konu, yaşamında yavaş yavaş vazgeçemeyeceği bir tutkuya dönüşen futboldur. Kafasına takmıştır bir kere. Böyle 11 kişinin bir araya gelip top peşinde koşuşturmasıyla futbolda bir yere gelinemeyeceğinin farkındadır. Hocalarına sorar, arkadaşlarına danışır. Kararını vermiştir. Yaz tatili geldiğinde mahallelerine 200-300 metre uzaklıkta bulunan Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Kulübü’ne gidecek, oradaki idarecilere başvuracak, kurduğu futbol takımının bundan böyle Beşiktaş kulübünün himayesinde faaliyet göstermesini teklif edecektir. Peki bir çoğu o şatafatlı askeri üniformalarla dolaşan idarecilerden, koca şampiyon Kurtdereli’nin, boksör Kemal’in, Hoca Şevket’in, Ahmet Fetgeri Bey’in ve devrin bir çok ünlü sporcusunun idman yaptığı kulüp sahasında kendilerinin de spor yapmasına izin almayı nasıl başaracaktır? Üstelik henüz 17 yaşındadır…

 

O doğma büyüme Beşiktaş’ın çocuğu Ahmet Şerafettin’dir. Semtte büyük küçük herkes tarafından çok sevilmektedir. Genç yaşına rağmen bir çok büyüğü cebinden çıkaracak kadar etkili bir konuşma üslubuna sahiptir. Bilgilidir, terbiyelidir, kibardır. Tuttuğunu koparan bir gençtir. 1911 yılı yaz tatilinde birlikte futbol oynadığı arkadaşlarına düşüncesini açar.Cesaretini toplar, birkaç arkadaşını da yanına alarak Beşiktaş kulübünün Akaretler’deki binasına gider. Futbol sporunu, bu sporu Beşiktaş kulübünün bir sporcusu olarak yapmak istediklerini, semtin gençleri olarak buna hakları olduğunu, memlekete tam sıhhatli ve kuvvetli bir gençlik yetiştirmek amacıyla kurulan Beşiktaş kulübünün himayesini beklediklerini etkileyici bir dille anlatır idarecilere. Sonunda Fuat (Balkan) Bey, Mahzar (Kazancı) Bey ve Ahmet Fetgeri (Aşeni) beylerin oluru ile Şeref Bey’in istekleri kabul edilir.

 

Böylece 1911 yılının Ağustos ayında Şeref Bey ve arkadaşlarının kulübe katılımlarıyla Beşiktaş Osmanlı Jimnastik Kulübü’nde güreş, halter, eskrim, jimnastik gibi ferdi spor branşlarından sonra ilk kez bir takım sporunun faaliyeti de başlamış olur. Akaretlerde Beşiktaşlı sporcuların idman yaptığı küçük kulüp sahasında, spor bayramlarının yanı sıra, toplu sünnet düğünleri düzenlenir, hatta zaman zaman sinema bile oynatılırken, Şeref Bey’in gayretleriyle bundan böyle yarışlar ve gösterilerin ardından birinci ve ikinci futbol takımının aralarında yaptığı maçlar da Beşiktaş halkı tarafından heyecanla izlenmeye başlanır.

 

Şeref Bey Beşiktaş kulübüne futbolu getirdiğinde henüz 17 yaşındadır. İdealleri uğruna bıkıp usanmadan mücadele eden bu genç adam kısa ömrü boyunca Beşiktaş’ ta  futbolun gelişmesi için mücadele verecek, siyah beyaz renk sevgisini sıradan insanlara, halka yayacaktır. Onun sayesinde 1911 senesine kadar sadece sporculara ve idarecilere sahip olan Beşiktaş kulübü, kendisini belki de yüz yıllar boyu dimdik ayakta tutacak yepyeni bir güce, ‘’taraftar gücüne’’ sahip olmayı başaracaktır.

 

İLK FUTBOL TAKIMI

 

Beşiktaş’ın ilk  futbol takımı, kaleci Resül, savunma oyuncuları Rıdvan, Behzat, orta saha oyuncuları muallim Sırrı, şair Kazım, Sabri, Halil, forvet oyuncuları İzzet, Mehmet, Asım, Şeref ve Fahri tertibiyle maçlarına başlarlar. Futbol takımının ilk siyah-beyaz formalarını, ayakkabılarını ve futbol topunu İpekçi İhsan adlı bir sporsever temin eder.

 

Yeni kurulan takım ilk senesinde lig maçlarına iştirak etmez. Ancak yapılan özel maçlarda ‘’Arakas’’ Ermeni kulübünün çok kuvvetli olan birinci takımını, yine Hristiyanlardan kurulu Bakırköy’ün Tatavla Rum takımını mağlup etmeyi başarır.

Bu arada semtin diğer takımı Basiret’in bir çok oyuncusu, başta Refik Osman olmak üzere Beşiktaş futbol takımına katılır, genç yaşına rağmen usta bir idarecilik gösteren Şeref Bey’in gayretleriyle takım iyiden iyiye güçlenir.

 

Futbolun yanında eğitimini de ihmal etmez Şeref Bey. Fransız mektebinin ardından Darülfünunun Edebiyat şubesine kaydı için başvuruda bulunur. Önce yaşının küçüklüğü dolayısıyla kabul edilmez. Ancak devrin Maarif Nazırının özel izniyle 17 yaşında yüksek öğrenimine başlar. 20 yaşında Darülfünunu bitirir. Hocaları Hüseyin Cahit Yalçın ve Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından merasimle talebe arkadaşlarına takdim edilir. Ardından Eyüp’te Meşriki Füzüyat ve Reşadiye isimlerindeki mektebe hoca ve müdür muavini olarak tayin edilir. Beşiktaş futbol şubesinin idarecisi Şeref bey bundan böyle spor idarecisi olmanın yanı sıra genç bir muallim olarak da memleket gençlerinin bedeni ve zihni gelişimlerine hizmet edecektir.

 

 

SAVAŞ VE SONRASI…

 

1914’ün Kasım ayında önce Rus İmparatorluğu, ardından İngiltere ve Fransa Osmanlı imparatorluğuna savaş ilan ederler. Koskoca Osmanlı devleti, beceriksiz ellerde sürüklendiği bu anlamsız savaşla birlikte önlenemez sona doğru adım adım yaklaşmaktadır.

 

            Futbol şubesinin kurucusu Şeref bey yedek subay olarak Romanya cephesinde görevlendirilir. Futbol takımı oyuncularının tamamı çeşitli cephelerde vatan hizmetine koşarlar... Binasız ve eşyasız kalmış kulübü savaş sonuna kadar İstanbul’ da kalmış Ahmet Fetgeri Bey yalnız başına açık tutmaya çalışır.

 

            I. Dünya savaşında, 11 kişilik Beşiktaş futbol takımı vatan müdafaası uğruna 8 şehit birden verir. Dr Ali, Dr. Mehmet ve Rıdvan Kafkas cephesinde tifüs salgınının kurbanı olurlar. Ardından Sadi ve Behzat’ın da şehit oldukları haberi ulaşır İstanbul’a. Takım kaptanı şair Kazım ve sağiç Asım’ Çanakkale müdafaasında şehit düşerler.

 

            Mütareke günlerini takiben ardından gelen işgaller ve özellikle İngiliz askerlerinin İstanbul’u işgali sırasında Beşiktaş kulübü de çok zor günler yaşar. Rumlar bir gece, savaş yıllarında Ahmet Fetgeri Bey’in kulüp faaliyetlerini yürüttüğü  Köyiçi’ndeki salona girerek kulüp eşyasının bir kısmını yağmalarlar ve salonu zor kullanarak boşalttırırlar. Bütün eşya ve spor malzemeleri perişan olur. Rumlardan kaçırılarak kurtarılan birkaç parça eşya Köyiçi’nde bir manav dükkanına kilitlenir. İktidardaki Damat Ferit Paşa hükümetinin memurları da kulübün elinde kalan yegane idman alanı Akaretler’deki sahayı (bu günkü Beşiktaş Plazaların yükseldiği alan) zorla tahliye ederek bostan yapılmak üzere kiraya verirler. Beşiktaş kulübü kuruluşundan bu yana 5. kez faaliyetine ara vermek zorunda bırakılmıştır.

 

            Bu kargaşada Şeref Bey, Romanya cephesindeki vazifesini tamamlayarak İstanbul’a döner. Birkaç yıl önce üzerine titrediği kulübünün, top koşturduğu sahanın yerinde yeller estiğini görünce yıkılır. Refik Osman ve semtteki diğer arkadaşlarını Taşlık’ta toplar. ‘’Arkadaşlar, faaliyetleri durdurulan Beşiktaş kulübümüzü bizler yeniden ihya edeceğiz. Var mısınız?’’ diye sorar...

 

            Şeref Bey’in kararlı tutumundan etkilenen arkadaşları, ertesi gece yanlarında başka arkadaşlarını da getirerek Maçka’daki muhallebici dükkanında toplanırlar. Oradan topluca Akaretler’deki eski sahalarına yürürler. Eski kulüp binasının hemen arka tarafındaki duvardan atlayarak bahçeye girerler. Yanlarında getirdikleri ağaç makaslarıyla, çapalarla, kazma ve küreklerle Şeref Bey’in kumanda ettiği bu yaklaşık elli kişilik topluluk hep birlikte işe girişir. Bazıları bahçedeki köpeklerle mücadele etmek zorunda kalırken, bazıları bu gürültü, patırtı devam ederken bostanın bir tarafından girip diğer tarafından çıkar ve işi bitirirler. Sonuçta eski sahayı bostan olarak kiralayanlar birkaç gün içerisinde bu alanı terk etmek zorunda kalırlar. Şeref Bey’in önderliğindeki Beşiktaşlı gençler kısa bir mücadeleden sonra sahalarına yeniden kavuşmuşlardır...

 

            Sahanın arka tarafındaki dükkanlardan birini de kiralayıp soyunma odası haline getiren Şeref Bey, kapısına kilit vurulan Beşiktaş kulübünü tekrar faaliyete geçirmeyi başarmıştır. Bundan sonra tek bir amacı vardır: ‘’ Futbolcuları bir biri ardına patlak veren harplerde, vatanı uğruna bir o cephede bir bu cephede savaşarak şehit olmuş  Beşiktaş futbol takımını yeni baştan kurmak. Bu takımı en kısa sürede Altınordu, Süleymaniye, Galatasaray, Fenerbahçe, Anadolu, İdman Yurdu takımları düzeyine taşımak, hatta onları da yenip geçecek muzaffer bir armada yaratmak...’’

 

            Ancak Galatasaray ve Fenerbahçe’nin de aralarında bulunduğu Cuma liginin organizasyonunu gerçekleştiren takımlar, Şeref Bey’in ısrarlı başvurularına rağmen, Beşiktaş’ın bu ligde mücadelesine engel olurlar. Şeref Bey bu duruma çok içerler, ancak yine pes etmez. Cuma ligine alınmayan Hilal, Üsküdar, Vefa, Türkgücü, Beylerbeyi ve diğer kulüpleri bir araya toplayarak ‘’İstanbul Türk İdman Birliği’’ adında 12 takımın mücadele edeceği yepyeni bir lig düzenler. Daha sonra İstiklal savaşında şehit düşecek ünlü Arap Nuri’nin orta sahada oyun kurucu olarak görev aldığı Beşiktaş futbol takımı, İzzettin, Akif, Kamil, Resul, Haki, Kemal, Cavit, İbrahim, Rüştü gibi oyuncularla ligde mücadele edecektir.

 

            Şeref beyin adeta yeni baştan yarattığı Beşiktaş futbol takımı 1919 ve 1920 senelerinde peş peşe ‘’İstanbul Türk İdman Birliği’’ ligini şampiyon olarak tamamlar. 1920-21 sezonunda  katıldığı Pazar ligini ikinci olarak tamamlarken, 1921-22 sezonu Pazar liginde şampiyon olur.

 

            İmparatorluğun başkenti İstanbul’ da gerek azınlıklar, gerek Türkler arasında futbola ilginin günden güne artması, futbol takımlarının sayısının çoğalmasıyla birlikte birkaç ligin birden düzenlenir olması, bir futbol federasyonu teşkilatının bir an önce kurulmasını gerekli kılar. Galatasaray kulübü kurucularından Ali Sami Bey’in girişimleriyle 27 Kasım 1921 günü İstanbul’da toplanan 14 futbol kulübünün temsilcileri ‘’Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı’’nın kuruluş görüşmelerini başlatırlar. Ama ne acıdır ki küçük hesaplar peşinde olan birkaç kişi, Pazar liginin şampiyon iki ekibi Beşiktaş ve İttihatspor’u  bu teşkilatın kuruluş çalışmaları dışında bırakmaya kalkışırlar. Şeref bey, bu oldu bitti girişimi karşısında da yılmadan mücadele verir ve sonunda amacına ulaşır. 1923 yılı Şubat ayında aradaki ihtilaflar giderilir, Şeref Bey’in liderliğinde kurulan ‘’İstanbul Türk İdman Birliği’’ne dahil Beşiktaş ve diğer 11 kulüp Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakına dahil olurlar.

 

CUMHURİYET VE İLK ŞAMPİYON

 

            Türkiye Futbol Teşkilatı, veya şimdiki adıyla Türkiye Futbol Federasyonu, başkomutan Mustafa Kemal Paşa’nın direktifleriyle, Cumhuriyet’in ilanından aylar önce, Nisan 1923’ de kurulur. Vakit geçirmeksizin Milletlerarası Futbol Teşkilatı FİFA’ya üyelik için başvurulur ve birkaç ay içerisinde üyelik başvurusu kabul edilir. Teşkilatın FİFA’ya başvurusu bizzat Mustafa Kemal tarafından istenir ve takip edilir. Bunun nedenini de, bu başvurunun milletler arası arenada kabul edilip edilmediğinin sınanarak, birkaç ay sonra ilan edilecek Cumhuriyet Devleti’nin de dünya ulusları tarafından kabul görüp görmeyeceğinin zemininin yoklanması olarak açıklayabiliriz.

 

            Futbol Teşkilatı’nın kurulmasıyla İstanbul Cuma Ligi, İstanbul Pazar Ligi, İstanbul Şampiyonluğu Ligi ve İstanbul Türk İdman Birliği Ligi gibi, aynı yıl içinde 4 İstanbul Şampiyonunun çıktığı ligler bir araya getirilir. Bundan böyle tek bir lig, iki ayrı kümede, birinci lig ve ikinci lig olarak oynanacaktır. Ancak Beşiktaş kulübünün Türk Sporundaki ihtişamlı yükselişinden rahatsız olan bazı kişiler, Beşiktaş’ı İstanbul Birinci Ligi’nden dışlamak ve Beşiktaş futbol takımının ikinci kümede yer alması için yoğun kulis faaliyetine girişirler. Şeref bey Beşiktaşlılık adına dik duruşunu burada da sergiler. Ani bir kararla futbol takımını ligden çeker.

 

            Beşiktaş aleyhine kulis faaliyetlerine girişenlerin de yaptıkları yanlarına kar kalmaz. Beşiktaş’ın katılmadığı lig türlü anlaşmazlıklar neticesinde tamamlanamaz. Verdiği tutarsız kararlarla bu karışıklığa neden olan Futbol Teşkilatı üyeleri görevlerini bırakmak zorunda kalırlar. Yeni Futbol Teşkilatı,1924 yaz aylarına girilirken İstanbul şampiyonunun belirleneceği yeni bir lig düzenlemek zorunda kalır. Yeni lige bu kez Beşiktaş da davet edilmiştir.

 

            Beşiktaş futbol takımı, aralarında Fenerbahçe’nin de bulunduğu rakiplerini bir bir yenerek finale çıkar. 22 Ağustos 1924  Cuma günü hakem Necmi Bey idaresinde oynanan final maçı, aynı zamanda yıllar boyu sürecek Beşiktaş-Galatasaray ezeli rekabetinin de ilk maçıdır. Refik Osman Top ve Edip beylerin attıkları gollerle Galatasaray’ı 2-0 mağlup eden siyah beyazlı futbolcular, böylece Türkiye Cumhuriyetinin resmi ilk İstanbul şampiyonu olarak spor tarihine adlarını yazdırırlar...

 

HÜSNÜ, HAKKI, ŞEREF…

 

            Cumhuriyet döneminde düzenlenen ilk futbol liginde şampiyonluğun kazanılmasının ardından 5 yıl boyunca lig üçüncülüğü ile yetinmek zorunda kalır Beşiktaşlı futbolcular. Her biri farklı spor dallarıyla uğraşan dönemin asker kökenli Beşiktaş kulüp başkanları ve idarecileri futbola karşı soğukturlar. Halkın futbol branşına, diğer branşlara nazaran daha fazla ilgi göstermesinin ve futbolcuların diğer kulüp sporcularından çok daha ön plana çıkmalarının yarattığı hoşnutsuzluklarla birleşince, Şeref Bey’in bir başına kalması, kulübünün yeteri kadar desteğini alamaması sonucunu doğurur.

 

            Ancak futbol tutkusu öylesine işlemiştir ki Şeref Bey’in benliğine, yalnız bırakılsa da, yokluklarla savaşsa da pes etmez. Yakın arkadaşları Abdülkadir Ziya Karamürsel ve Nazmi Öktem’le (Şan Öktem’in babası)  birlikte gecesini gündüzüne katarak, yepyeni gençlerden oluşturacağı şampiyon bir kadroyu yoktan var etme uğraşısındadır...

 

            Şeref Bey futbolcudur, idarecidir, yurt dışında maç yönetmiş (Viyana’da) ilk futbol hakemidir... Bunların yanında çok iyi derecede Fransızcası olan, çok okuyan, çok yazan bir entelektüel, hayatını gençliğin eğitimine ve spora adamış, Cumhuriyet gençliğine inanan, güvenen bir eğitim adamıdır. Futbolda ilerlemenin ancak yurt dışı temasları sıklaştırmakla mümkün olacağını düşünmektedir.

 

            Arkadaşı Nazmi Bey’in yardımlarıyla Beşiktaş futbol takımının ilk yurt dışı maç organizasyonunu 1926 yılında Bulgaristan’a yapılan seyahatle gerçekleştirir. Hemen bir yıl sonra, 1927 yılının Nisan ayında Romanya’ya  ikinci yurt dışı seyahatinin organizasyonunu da gerçekleştirir. Şeref Bey, İdareci Abdullah Posan’ın Bandırma Öğretmen Okulu’ndan bulup getirdiği Hüsnü adlı genç bir futbolcuyu da bu yolculukta kafileye dahil etmiştir.

 

            Beşiktaş, Bükreş’te ilk maçını 3 Nisan 1927 Pazar günü Rumen Juventus takımına karşı oynar. Güçlü rakibine 3-2 mağlup olur. 4 Nisan 1927 günü Olimpia ile 2-2 berabere kalan Beşiktaş, Romanya’daki maçlarını tamamlar. Takıma yeni katılan Hüsnü ise her iki maçta da 40 yıllık Beşiktaşlı gibi oynamış, oynadığı bek mevkinde tekmeye bile kafa uzatarak rakip hücumları bertaraf etmeye çalışmıştır. Öyle ki kendisini izleyen Rumen futbol severler ‘’Bu oyuncu Türk mü, yoksa İtalyan mı? İtalyan liglerinde bile böyle futbolcuya az rastlanır’’ diye Şeref Bey’ e sormadan edemezler. Şeref Bey’in takıma kazandırdığı ve herkesin merak ettiği bu yeni futbolcu, sonraki yıllarda Beşiktaş takımının unutulmaz kaptanı ve Milli takımın değişmez beki olacak, Beşiktaş’ın  ‘’baba’’ lakabıyla anılacak ilk futbolcusu Hüsnü Savman’dır.

 

 

            Şeref Bey; Hüsnü, Feyzi, Hayati, Osman, Eşref gibi futbolcuları bir bir kadroya dahil ederek uyguladığı gençlik aşısıyla, yavaş yavaş geleceğin bileği bükülemeyen Beşiktaş futbol takımının temellerini atar. 1930 yılına girildiğinde, henüz 16 yaşında , ilk bakışta sapsarı saçlarıyla dikkatleri üzerine toplayan Nişantaşı’lı bir genç daha kadroya dahil edilir. Bu genç de, siyah beyazlı formayı 20 yılı aşkın bir süre şerefle taşıyacak, rakip filelere gönderdiği 320 golün 99’unu voleyle atarak kırılması güç bir rekora imza atacak Şeref Görkey’dir.

 

Aynı yıl bir futbolcunun daha peşine düşer Şeref Bey. Beşiktaş’ta oturan, Kuleli Askeri Lisesi öğrencisi bu gencin adı Hakkı’dır. Şeref beye verilen bilgilere göre, babası 1. Dünya Savaşı’nda şehit düşünce küçük yaşta yetim kalmış, 5 kardeşiyle birlikte yoksulluk içinde büyümüştür bu genç. İki ağabeyi gibi o da baba mesleği askerliği seçmiştir. Ağabeylerinden Muhtar, 1924 Türkiye şampiyonu Harbiye takımının santrahafıdır. İzleyenler methede methede bitirememektedir Hakkı’yı... ‘’Ağabeyi Muhtar kadar iyi bir futbolcusuyla bu bile yeter’’ diye düşünür Şeref Bey. İdareci arkadaşları Abdullah Pozan ve Fehmi Erok’a uzun süre kendisine farkettirmeden izlettirir Hakkı’yı...Yalnız halledilmesi güç bir problem vardır. Hakkı bir askeri okul öğrencisidir. Yayınlanan tamim gereği sivil takımlarda oynaması yasaktır...

 

            Hakkı’ ya siyah-beyazlı formayı giydirebilmek için Hakkı’nın yakın arkadaşı ‘’Zigota’’ Hayri ile küçük bir oyun planlar Şeref Bey. Ve 1931 yılının Kurban bayramı tatilinde plan uygulamaya konulur... Hayri, bayramın 2. günü Hakkı’nın kapısını çalar: ‘’ Gel maça gidelim. Bu gün Taksim stadında harika bir maç var. Beşiktaş Yugoslavlarla karşılaşıyor’’... Yoksulluk içinde büyümüş Hakkı, bayramda el öperek topladığı 2,5 lira harçlığı da maça kaptırmak istemediğinden önce pek sıcak yaklaşmaz arkadaşının teklifine... Ancak arkadaşı Hayri ısrarcıdır : ‘’ Yahu, bırak parayı düşünmeyi. Ben Şeref Bey’le konuştum, izin aldım. Bizi bedava içeri alacaklar...’’ diyerek ikna eder Hakkı’yı. İki arkadaş hızlı adımlarla Taksim stadının yolunu tutarlar...

 

            Bayram günü oynanan maça ilgi büyüktür. Taksim stadının çevresinde mahşeri bir kalabalık toplanmıştır.  Hayri kalabalığa birkaç metre  kala durur, Hakkı’ya: ‘’ Sen burada bekle, ben birazdan geleceğim’’ diyerek ortadan kaybolur. Aradan 10 dakika kadar geçmiştir ki, yanında uzun boylu, temiz giyimli bir adam olduğu halde döner. Gelen adam gülümseyerek elini uzatır Hakkı’ya: ‘’ Merhaba, ben Şeref. Hoş geldin Hakkı. Bu gün bizim maçta Beşiktaş formasını giyer misin?’’ diye sorar.

 

            Daha önce adını çok duyduğu Şeref Bey’le karşılaşmış olmaktan ve hiç beklemediği bir anda aldığı tekliften afallamıştır Hakkı. ‘’Nasıl oynarım ki... Ben asker adamım.. Merkez komutanı Şükrü Naili paşa canıma okur sonra...’’ diyerek itiraz etmeye kalkışır...

 

            ‘’Merak etme..Ben konuşurum komutanınla..İzin alırım...Hadi sen fazla oyalanma... Forman, ayakkabıların hazır... Soyunma odasına git de takım arkadaşlarınla tanış...’’diyen Şeref Bey, neler olup bittiğini anlamaya çalışan Hakkı’yı bir emr-i vakiyle siyah beyazlı formayı ilk kez giymek üzere soyunma odasına yollar.

 

            1931 Salı günü ilk kez Yugoslav Beogradski takımına karşı Beşiktaş formasını giyer Hakkı Yeten. İmam Hayati ile yanında sağ iç mevkiinde oynar 1-1 beraberlikle sonuçlanan ilk maçında. Mücadeleci futbolu, bitmek tükenmez hırsı ile hemen göze batar. Hakkı’ya Beşiktaş formasını bir emr-i vaki ile giydirmeyi başarmıştır Şeref bey ama, merkez komutanı Şükrü Naili paşadan izin falan almamıştır. Kafasından, öyle geçici bir izin almayı değil, Hakkı’nın askeri okuldan bir şekilde ayrılışını sağlayarak siyah-beyazlı formayı giymesinin önündeki engelleri bütünüyle ortadan kaldırmayı geçirmektedir.

 

            Şeref Bey bir yandan, yardımcısı Fehmi Erok bir yandan, Hakkı’yı ikna etmek için defalarca gidip gelirler Halıcıoğlu Askeri Lisesi’ne. Hakkı’nın ağabeyini, bazı komutanlarını araya koyarlar. Sürekli ısrarlar karşısında nihayetinde ikna olur Hakkı. Okulundan istifa eder, lise son sınıfı bitirmek üzere İnkilap Lisesi’ne aldırır kaydını. Sirkeci’de bir terzide Şeref Bey’in kendisine diktirttiği bir gömlek, bir takım elbise, bir de siyah-beyaz ipek kravat karşılığı Beşiktaş’ a transfer olur. ( Bu , bir takım elbise, bir ipek kravat, Hakkı Yeten’in17 senelik futbolculuk hayatında Beşiktaş’tan aldığı tek transfer ücreti olacaktır!)

 

            Hakkı, Hüsnü, Şeref, Eşref, Hayati gibi yıldızların futbol takımına katılımıyla, futbol branşı iyiden iyiye kulübün en çok ilgi çeken branşı durumuna gelir. Semt halkı futbola, atletizm, eskrim, güreş, halter gibi ferdi sporlardan çok daha fazla ilgi göstermektedir. Futbol ferdi sporların başaramadığı bir şeyi başarmakta; adım adım sporseverin, seyircinin ötesinde sıkı sıkıya, gönül bağıyla  Beşiktaş kulübüne bağlı bir taraftar kitlesi yaratmaktadır.

           

            Öyle ki, futbolun başındaki Şeref Bey’e  semtte de, spor çevrelerinde de herkes  ‘’başkan’’ diye hitap etmeye başlamıştır. Beşiktaş kulübü, gerek basında gerek halk arasında ‘’Şeref’in kulübü’’ olarak adlandırılmaktadır. Bu durum, diğer şube kaptanlarının ve bazı idarecilerin hoşnutsuzluklarını yüksek sesle dile getirmeleri sonucu doğurur. Kulübün kuruluşundan bu yana faaliyet gösteren ana spor branşlarının yavaş yavaş geri planda kalmasıyla birlikte, kulüp idaresini elinde tutan kurucular Fuat Balkan ve Ahmet Fetgeri Bey’lerin futbol şubesine ve Şeref Bey’ e karşı daha soğuk durmalarına, hatta zaman zaman açıkça tavır koymalarına neden olur.

 

            Şeref Bey, ideallerini gerçekleştirme yolunda, çevresindeki üç beş yakın arkadaşının dışında bütünüyle yalnız başına mücadele etmek zorunda olduğunun farkındadır. Bir başka şeyin daha farkındadır, başarıyı elde etmek için dıştaki rakipler kadar içteki rakipleri de yenmek zorundadır....Üstelik şimdi, uzun zamandır hayalini kurduğu bir başka düşünü daha gerçekleştirmeye sıra gelmiştir: ‘’Beşiktaşlı futbolcuları idman yaptıkları Akaretler’deki gayri nizami sahadan kurtarmak, yangın sonucu harebe haline gelmiş Çırağan sarayının futbol sahası yapılmaya müsait bahçesini Milli Emlak’tan  kiralayarak, bu alana siyah beyazlı renklere yaraşır bir tesis kurmak.’’

 

 

BEŞİKTAŞ’IN ŞEHİDİ

 

            1932 yılında Beşiktaş kulüp başkanlığını Abdülkadir Ziya Karamürsel üstlenir. Şeref Bey yakın arkadaşı Abdülkadir Bey’in kulüp başkanı olmasına çok sevinir. Artık bir süredir uğraştığı Çırağan’ın bahçesinin Milli Emlak’tan kiralanması meselesini başkan Abdülkadir Bey’in desteği ile daha kısa sürede halledebilecektir. Üstelik başkanıyla, idarecileriyle, futbolcularıyla bütünleşmiş Beşiktaş’ın bu sezon hasret kaldığı şampiyonluğu kucaklaması çok daha kolay gözükmektedir.

 

            1932 yılı Haziran’ında Ankara’ da toplanan ‘’Türkiye İdman Cemiyetleri Birliği’’ genel kongresine katılır Şeref bey. Kongre devam ederken bölgeler arası ‘’Kongre Kupası’’ maçları da yapılmaktadır. İzmir Bölgesi ile Ankara Bölgesi’nin yapacağı maçın hakemliğini Şeref Bey’ e teklif ederler. Seve seve kabul eder. Alkışlar arasında sahaya çıkar...

 

            Maçın ilk yarısının son dakikalarında yığılır kalır yeşil sahaya... Yanına koşup gelenlere: ‘’ Bir şeyim yok...Merak etmeyin.. Herhalde heyecandan tansiyonum düşmüş olacak... Halftaymda dinlendikten sonra bir şeyim kalmaz...’’ diye cevap verir... ‘’İkinci yarı istersen başka birini hakem yapalım. Sen dinlen...’’ diye ısrar ederler.. ‘’Yok olmaz, maçı tamamlamak istiyorum..Bir şeyim yok, ben iyiyim...’’ diyerek başladığı maçı yarım bırakmak istemez Şeref Bey... Hayatı boyunca kafasına koyduğu, başladığı hiçbir işi yarım bırakmamıştır ki...

 

            Maçın sonunu getirir getirmesine de, bu kez soyunma odasında baygınlık geçirir Şeref Bey. Arkadaşları o halde kaldığı otele taşırlar...Teşhis ve tedavi için İstanbul’a gitmesini ve Cerrahpaşa hastanesine yatmasını ısrarla isterler... Hiç birine aldırmaz Şeref Bey... ‘’Ben iyiyim, merak etmeyin... Ankara’ daki işler bir bitsin, Bursa’ da kaplıcalara gideceğim, demir gibi olacağım..’’ diyerek arkadaşlarının ısrarlarını geri çevirir... Çırağan Sarayı bahçesinin Beşiktaş’ın kullanımına verilmesi ve bu alanda bir stadyum inşaatının başlatılması izniyle ilgili Bakanlar Kurulu kararını beklemektedir. Karar çıkana kadar kimselere kulak asmaz, Ankara’ dan ayrılmaz... Ağrıları ve sık geçirdiği baygınlıklar ise gün geçtikçe dayanılmaz bir hal almaktadır...

 

            Hastalığına kulak asmaksızın Ankara’da kalan Şeref Bey, Çırağan’ın bahçesini Beşiktaş kulübüne mal etme yolunda önemli mesafe alır. Bazı gerekli imzaların tamamlanmasının ardından İstanbul’a döner. Bir hayalini daha gerçekleştirmiş olmanın mutluluğunu yaşmaktadır. Ancak ihmal ettiği hastalığı oldukça ilerlemiştir. Artık ayakta duramamaktadır. Köyiçindeki evinde yatağa serilir. Izdırapları ise azalacağına gün geçtikçe daha da dayanılmaz bir hal almaktadır.

 

            Çare olur diye Bursa’ da kaplıcalara gider. Bir hafta, on gün, hiçbir şey değişmez. İstanbul’a döndüğünde operatör Burhanettin bey tarafından son kontrolleri yapılır. Yapılan testlerin sonucunda  Şeref Bey’in hastalığına kesin teşhis konur... Bu teşhis ne yazık ki ‘’KANSER’’dir...

 

            20 Ekim 1932 günü sessiz bir kalabalık toplanmıştır Sirkeci garında... Beşiktaş kulübü idarecileri, sporcuları, yakınları, sevenleri son bir umut olarak tedavi için Viyana’ya uğurlamaktadır Şeref Bey’i... 27 gün kalır Avusturya’da... Tıbben uygulanabilecek tüm tedaviler uygulanır kendisine... Hastalığı karşısında tıbbın da çaresiz kaldığını anlamıştır şeref Bey. Doktorlarla konuşur, hastaneden çıkışını alır. İstanbul’u ve Beşiktaş’ını çok özlemiştir. Geri dönecektir...

 

            Hayatı hep mücadelelerle dolu olan Şeref Bey, 12 ay süren son mücadelesini yakalandığı amansız hastalığa karşı verir. 12 Haziran Pazartesi gününü 13 Haziran Salı gününe bağlayan gece yarısı 0:20’de hayatında  ilk kez girişmiş olduğu bir mücadelede yenik düşer, hastalığı boyunca başından ayrılmayan babasının kollarında, 39 yaşında hayata gözlerini yumar.

 

            14 Haziran 1933 Çarşamba günü, Şeref Bey’in cenazesi önce Beşiktaş Köyiçi’ne getirilir. Sporcuları, öğrencileri ve halkın oluşturduğu binlerce kişilik bir kalabalık Köyiçi meydanında toplanmış, 39 yıllık yaşamını Beşiktaş’a hizmete adamış bu müstesna insanın ardından gözyaşı dökmektedir. Türk bayrağına sarılı tabutu Sinan Paşa camiine taşınarak cenaze namazı burada kılınır.

 

            Beşiktaş’a mal etmek uğruna sağlığından olduğu Çırağan sarayının bahçesine yapılan stadta da bir tören düzenlenmesini vasiyet etmiştir Şeref Bey. Şehir Bandosunun çaldığı matem marşının hüzünlü melodisi eşliğinde, sevdiklerinin elleri üzerinde tabutu Çırağan’a taşınır. Stad direğinde, Beşiktaş kulübünün arması simsiyah hazırlanmış bir bayrağı yarıya indirilmiş şekilde dalgalanmaktadır. Tabut stadın ortasında hazırlanan iki masa üzerine konur. Binlerce kişi etrafını çevirir.

 

            İlk konuşmayı İdman Cemiyetleri İttifakı reisi Halit Bey yapar.. Törene katılan devlet adamlarından bir kaçının daha konuşmasının ardından sağlığında zaman zaman küstüğü, zaman zaman barıştığı çocukluk arkadaşı, mahalle arkadaşı, futbolcu arkadaşı Refik Osman Top çok dokunaklı bir konuşma yapar. Ardından Şeref Bey’in yakın dostu, Beşiktaşlıların ‘’baba’’ diye hitap ettikleri kulüp başkanı Abdülkadir Ziya bey’in konuşmaya başlamasıyla birlikte törene katılan binlerce kişi artık göz yaşlarına hakim olamamaktadır...

 

            Şeref Bey’in naaşı, Çırağan’ daki stadı tepeden seyreden konumdaki Yahya Efendi dergahına defnedilir. 39 yıllık kısa yaşamına çok şey sığdırmıştır Şeref Bey... Kuruluşunda sınırlı sayıda kişinin ferdi sporlarla uğraştığı özel bir kulüp kimliğindeki Beşiktaş kulübünü halka indirmiş, halka sevdirmiş, halkla büyütmüş, siyah beyaz renk aşkını binlerce, yüz binlerce kişinin kalbine kazımayı başarmıştır. Hani ‘’ben takımım için canımı veririm’’ derler ya, belki böyle bir sözü söylememiştir Şeref bey ama, Beşiktaş kulübü için gerçekten de canını vermiştir. O Beşiktaş’ın ŞEREF’idir... O Beşiktaş’ın ŞEHİDİDİR...

 

Yazan: Tuğrul YENİDOĞAN

 

(*) Fotoğraf: Şeref Bey ile kızı Handan Onur (1932) Handan Onur Beşiktaş kulübünün hayatta olan en eski bayan üyesidir.